Değerli okuyucularım,
Son günlerde siyaset ve gazetecilik arenasında yaşananlar, bizleri derin bir düşünceye sevk etti. Öyle ki, memleketimizin gündemini meşgul eden "armudun sapı, üzümün çöpü" meselesi, artık sadece meyvelere özgü bir durum olmaktan çıkıp, eleştirel seslerin adeta kaderi haline geldi. Görüyoruz ki, en ufak bir muhalif söylem, anında "ipe sapa gelmez bahaneler" olarak nitelendirilip, yargı kapılarına dayanıyor.
Özellikle yolsuzluk iddiaları üzerinden yükselen sesler, sadece belirli kesimlere yönelik bir operasyonun parçasıymış gibi bir izlenim yaratıyor. Sanki bu topraklarda yolsuzluk, sadece muhalif saflarda boy gösteren bir hastalıkmış gibi, yargı da hep o yöne doğru işliyor. Melih Gökçek örneği ise, bu çarpıklığın en bariz göstergelerinden biri. Hakkındaki onlarca suç duyurusuna rağmen, parmağını bile kıpırdatmayan bir yargı mekanizması varken, diğer tarafta, en ufak bir eleştirel yorumla insanların özgürlükleri kısıtlanabiliyor. Bu çifte standart, adalet duygumuzu derinden yaralıyor.
Bu gidişat, bize bir gerçeği daha net gösterdi: Belki de biz gazeteciler, yanlış sularda yüzüyoruz. Belki de memleket meseleleri, siyasi eleştiriler, yolsuzluk iddiaları gibi "ciddi" konular, kalemimizin kaldırabileceği yükler değil. Anlaşılan o ki, bu zorlu coğrafyada huzur içinde yaşamanın, kalemimizin mürekkebini boş yere tüketmemenin tek yolu var: Artık sadece çiçeklerden ve böceklerden bahsetmek.
Evet, yanlış duymadınız. Bugünden sonra bu köşede, güllerin narin yapraklarından, papatyaların masumiyetinden, arıların çalışkanlığından, kelebeklerin rengarenk dünyasından bahsedeceğiz. Belki de bir gün, bahçelerimizdeki çiçekler kadar özgür ve rengarenk bir Türkiye'de, yeniden "armudun sapını, üzümün çöpünü" gönül rahatlığıyla konuşabiliriz.
Şimdilik, kalın sağlıcakla ve unutmayın: Her çiçeğin kendine özgü bir güzelliği ve kokusu vardır.
Saygılarımla,