( (
                        Bekir KARAKUŞ
Köşe Yazarı
Bekir KARAKUŞ
 

Yıkılan Yuvaların Gölgesinde: Evlilik Erkek İçin Neden Bir Riske Dönüştü?

Toplumun temel taşı olan aile kurumu, son yıllarda derin bir sarsıntı geçiriyor. Bir zamanlar iki insanın hayatı ortak bir ideal uğruna birleştirdiği kutsal bir müessese olan evlilik, ne yazık ki modern çağın getirdiği yeni dinamiklerle bambaşka bir çehreye büründü. Bugün birçok erkeğin zihninde evlilik, bir huzur limanı değil, fırtınalı bir denizde tek başına kürek çekmek zorunda kalacağı, sonu belirsiz bir yolculuk olarak canlanıyor. Bu endişenin temelinde ise evliliğin adeta tek taraflı bir "kadın mutluluğu projesine" dönüşmesi yatıyor. Bu yeni anlayışta erkek, projenin sponsoru ve uygulayıcısı; kadın ise projenin tek faydalanıcısı olarak konumlandırılıyor. Erkeğin mutluluğu, beklentileri ve hatta insani yorgunlukları denklemin dışında bırakılıyor. Evliliğin başarısı, yalnızca "kadın mutlu mu?" sorusunun cevabına endekslenmiş durumda. Bu anlayış, erkeği sürekli veren, sürekli alttan alan ama zerre kadar değer görmeyen, takdir edilmeyen bir hizmet sağlayıcı figürüne indirgiyor. Tarihin hiçbir döneminde bir yuvanın yükü bu denli tek taraflı omuzlanmamıştı. Daha yolun en başında erkek, düğün, kına, takı, ev eşyası gibi masraflarla ağır bir borç yükünün altına girerek evliliğe başlıyor. Bu, "yuva kurmanın cilvesi" olarak görülse de aslında erkeğin sırtına yüklenen ve evlilik hayatı boyunca devam edecek sorumlulukların yalnızca bir başlangıcı. Evlilik başladıktan sonra ise erkeğin ne hissettiği, ne istediği çoğu zaman önemsenmiyor. Onun görevi çalışmak, kazanmak ve eşinin taleplerini karşılamaktır. Kadının hakları gece gündüz konuşulurken, erkeğin omuzlarındaki yük sessizce ve katlanarak ağırlaşıyor. Bu noktada Müslüman bir zihnin sorması gereken temel bir soru var: Erkeğin asli sorumluluğu kadını ne pahasına olursa olsun mutlu etmek midir, yoksa kadının görevi eşini razı ederek yuvada huzuru tesis etmek midir? Modern anlayış ve popüler kültür birincisini dayatırken, fıtrat ve inancımız ikincisinin altını çizer. Eşlerin birbirine karşı sorumlulukları elbette vardır ancak bu sorumluluk, denge ve karşılıklılık esasına dayanır. Bir tarafı "efendi", diğer tarafı "hizmetkâr" konumuna sokan her türlü anlayış, aile kurumunun ruhuna aykırıdır. Dengeleri Altüst Eden Kanun: 6284 ve "Kadının Beyanı Esastır" İlkesi Bu tek taraflı ve adaletsiz gidişatı körükleyen, hatta hukuki bir zemine oturtarak erkeği tamamen savunmasız bırakan en önemli etken ise şüphesiz 6284 Sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"dur. Özellikle kanunun temel taşı olan "Kadının beyanı esastır" ilkesi, masumiyet karinesini hiçe sayarak erkeği daha en başından "suçlu" ilan etmektedir. Bu ilke, kötüye kullanıldığında bir kadının tek bir sözüyle erkeğin hayatını karartabilecek bir silaha dönüşmektedir. Herhangi bir delil veya ispat gerekmeksizin, bir erkek, hakkında verilen bir beyanla evinden, çocuklarından uzaklaştırılabiliyor, işini ve itibarını kaybedebiliyor. Yuvası, bir anda kendisi için girilmesi yasak bir bölge haline geliyor. Bu durum, erkeği evliliğin içinde adeta "köleleştiriyor." Her an, bir öfke patlaması veya basit bir anlaşmazlık sonucu hayatının altüst olabileceği korkusuyla yaşamak zorunda kalıyor. Son yıllarda artan boşanma oranlarının ve maalesef basına yansıyan trajik aile içi şiddet olaylarının ardındaki dinamikleri incelerken, 6284 sayılı kanunun yarattığı bu derin adaletsizlik ve çaresizlik hissini göz ardı edemeyiz. Bir erkeği, haksız yere yuvasından ve onurundan mahrum bırakmanın doğuracağı psikolojik yıkım, toplumda onarılması güç yaralar açmaktadır. Adalet, sadece kadını değil, erkeği de koruduğunda gerçek anlamda tecelli eder. Sonuç olarak, erkekler evlilikten kitleler halinde uzaklaşıyor çünkü bu kurum, onlar için girilmesi gereken bir huzur yuvası değil, kaçınılması gereken bir risk alanına dönüşmüş durumda. Neden ömür boyu borçlanacağı, sürekli taleplerle karşılaşacağı, en ufak bir hatasında tüm hayat düzenini kaybedebileceği ve hukuken daima "potansiyel suçlu" sayılacağı bir yükün altına girsin ki? Eğer bu gidişat değişmezse, eğer 6284 sayılı kanunun getirdiği adaletsizlikler giderilmezse, korkarım ki evlenmekten kaçınan erkeklerin sayısı artmaya devam edecek, kurulan az sayıdaki yuva ise bu ağır baskı altında çatırdamayı sürdürecektir. Sağlıklı bir toplum, ancak adalet, denge ve karşılıklı saygı üzerine kurulu sağlıklı ailelerle mümkündür. Rabbim, bir yuva kurma hayaliyle yola çıkan tüm genç kızlarımızın ve erkeklerimizin yardımcısı olsun. Yıkılan yuvaların enkazı altında kalmış umutların yeniden yeşereceği adil bir zemin nasip etsin.
Ekleme Tarihi: 29 Haziran 2025 -Pazar
                        Bekir KARAKUŞ

Yıkılan Yuvaların Gölgesinde: Evlilik Erkek İçin Neden Bir Riske Dönüştü?

Toplumun temel taşı olan aile kurumu, son yıllarda derin bir sarsıntı geçiriyor. Bir zamanlar iki insanın hayatı ortak bir ideal uğruna birleştirdiği kutsal bir müessese olan evlilik, ne yazık ki modern çağın getirdiği yeni dinamiklerle bambaşka bir çehreye büründü. Bugün birçok erkeğin zihninde evlilik, bir huzur limanı değil, fırtınalı bir denizde tek başına kürek çekmek zorunda kalacağı, sonu belirsiz bir yolculuk olarak canlanıyor. Bu endişenin temelinde ise evliliğin adeta tek taraflı bir "kadın mutluluğu projesine" dönüşmesi yatıyor.

Bu yeni anlayışta erkek, projenin sponsoru ve uygulayıcısı; kadın ise projenin tek faydalanıcısı olarak konumlandırılıyor. Erkeğin mutluluğu, beklentileri ve hatta insani yorgunlukları denklemin dışında bırakılıyor. Evliliğin başarısı, yalnızca "kadın mutlu mu?" sorusunun cevabına endekslenmiş durumda. Bu anlayış, erkeği sürekli veren, sürekli alttan alan ama zerre kadar değer görmeyen, takdir edilmeyen bir hizmet sağlayıcı figürüne indirgiyor.

Tarihin hiçbir döneminde bir yuvanın yükü bu denli tek taraflı omuzlanmamıştı. Daha yolun en başında erkek, düğün, kına, takı, ev eşyası gibi masraflarla ağır bir borç yükünün altına girerek evliliğe başlıyor. Bu, "yuva kurmanın cilvesi" olarak görülse de aslında erkeğin sırtına yüklenen ve evlilik hayatı boyunca devam edecek sorumlulukların yalnızca bir başlangıcı. Evlilik başladıktan sonra ise erkeğin ne hissettiği, ne istediği çoğu zaman önemsenmiyor. Onun görevi çalışmak, kazanmak ve eşinin taleplerini karşılamaktır. Kadının hakları gece gündüz konuşulurken, erkeğin omuzlarındaki yük sessizce ve katlanarak ağırlaşıyor.

Bu noktada Müslüman bir zihnin sorması gereken temel bir soru var: Erkeğin asli sorumluluğu kadını ne pahasına olursa olsun mutlu etmek midir, yoksa kadının görevi eşini razı ederek yuvada huzuru tesis etmek midir? Modern anlayış ve popüler kültür birincisini dayatırken, fıtrat ve inancımız ikincisinin altını çizer. Eşlerin birbirine karşı sorumlulukları elbette vardır ancak bu sorumluluk, denge ve karşılıklılık esasına dayanır. Bir tarafı "efendi", diğer tarafı "hizmetkâr" konumuna sokan her türlü anlayış, aile kurumunun ruhuna aykırıdır.

Dengeleri Altüst Eden Kanun: 6284 ve "Kadının Beyanı Esastır" İlkesi

Bu tek taraflı ve adaletsiz gidişatı körükleyen, hatta hukuki bir zemine oturtarak erkeği tamamen savunmasız bırakan en önemli etken ise şüphesiz 6284 Sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"dur. Özellikle kanunun temel taşı olan "Kadının beyanı esastır" ilkesi, masumiyet karinesini hiçe sayarak erkeği daha en başından "suçlu" ilan etmektedir.

Bu ilke, kötüye kullanıldığında bir kadının tek bir sözüyle erkeğin hayatını karartabilecek bir silaha dönüşmektedir. Herhangi bir delil veya ispat gerekmeksizin, bir erkek, hakkında verilen bir beyanla evinden, çocuklarından uzaklaştırılabiliyor, işini ve itibarını kaybedebiliyor. Yuvası, bir anda kendisi için girilmesi yasak bir bölge haline geliyor. Bu durum, erkeği evliliğin içinde adeta "köleleştiriyor." Her an, bir öfke patlaması veya basit bir anlaşmazlık sonucu hayatının altüst olabileceği korkusuyla yaşamak zorunda kalıyor.

Son yıllarda artan boşanma oranlarının ve maalesef basına yansıyan trajik aile içi şiddet olaylarının ardındaki dinamikleri incelerken, 6284 sayılı kanunun yarattığı bu derin adaletsizlik ve çaresizlik hissini göz ardı edemeyiz. Bir erkeği, haksız yere yuvasından ve onurundan mahrum bırakmanın doğuracağı psikolojik yıkım, toplumda onarılması güç yaralar açmaktadır. Adalet, sadece kadını değil, erkeği de koruduğunda gerçek anlamda tecelli eder.

Sonuç olarak, erkekler evlilikten kitleler halinde uzaklaşıyor çünkü bu kurum, onlar için girilmesi gereken bir huzur yuvası değil, kaçınılması gereken bir risk alanına dönüşmüş durumda. Neden ömür boyu borçlanacağı, sürekli taleplerle karşılaşacağı, en ufak bir hatasında tüm hayat düzenini kaybedebileceği ve hukuken daima "potansiyel suçlu" sayılacağı bir yükün altına girsin ki?

Eğer bu gidişat değişmezse, eğer 6284 sayılı kanunun getirdiği adaletsizlikler giderilmezse, korkarım ki evlenmekten kaçınan erkeklerin sayısı artmaya devam edecek, kurulan az sayıdaki yuva ise bu ağır baskı altında çatırdamayı sürdürecektir. Sağlıklı bir toplum, ancak adalet, denge ve karşılıklı saygı üzerine kurulu sağlıklı ailelerle mümkündür.

Rabbim, bir yuva kurma hayaliyle yola çıkan tüm genç kızlarımızın ve erkeklerimizin yardımcısı olsun. Yıkılan yuvaların enkazı altında kalmış umutların yeniden yeşereceği adil bir zemin nasip etsin.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (