Bu çalışma, Akdeniz havzasının iki kadim yarımadası –Anadolu ve İtalya (özellikle Sicilya)– arasındaki şaşırtıcı antropolojik paralellikleri irdelemektedir. Teoloji ve dilin ötesine geçildiğinde, Anadolu’nun kırsal yaşam pratiklerinin, modern İtalya’dan ziyade, antik Roma ve pagan köklerine sadık kaldığı; Türklerin İslamlaşma sürecinin bir "silme" değil, muazzam bir "sentezleme" (syncretism) hareketi olduğu tezi savunulmaktadır.
1. Coğrafyanın Kaderi ve Toprağın Belleği
Tarih, genellikle savaşlar ve hanedan değişiklikleri üzerinden okunsa da, antropoloji bize "toprağın belleği" olduğunu fısıldar. Akdeniz medeniyeti, siyasi sınırlar ne olursa olsun, temelde aynı güneşin altında, aynı zeytin ağacının gölgesinde şekillenmiş ortak bir "yaşam gramerine" sahiptir.
Hasatla bağlantılı mevsimsel geçit törenleri ve hava durumuna dair ritüeller, bu gramerin en belirgin cümleleridir. Bugün Anadolu kırsalında gördüğümüz; yerel yatırlar, dede mezarları, belirli "ziyaret" günleri ve toprağa kök salmış veli figürlerine yapılan toplu yakarışlar, antik dünyanın Genius Loci (mekânın koruyucu ruhu) inancının İslam şemsiyesi altında yaşamaya devam etmesinden başka bir şey değildir. Bu figürler, isimleri Arapça veya Türkçe olsa da, işlevleri itibarıyla Anadolu’nun kadim toprak tanrılarının ve Roma’nın yerel azizlerinin doğrudan halefleridir.
2. Geçiş Ritüelleri: Evlilik ve Cingulum’un Mirası
Antik Roma’dan günümüze uzanan en çarpıcı süreklilik, yaşam döngüsünün en kritik eşiği olan evlilik ritüellerinde gizlidir. Sicilya’nın 20. yüzyıla kadar muhafaza ettiği, Anadolu’nun ise bugün dahi "milli gelenek" olarak yaşattığı pratikler, şaşırtıcı bir ortak kökene işaret eder:
Gelinin Duvaklanması ve Ağıt: Gelinin baba evinden çıkarken yüzünün örtülmesi ve ritüelistik bir yas (ağıt) ile uğurlanması, Romalı Flammeum (gelin duvağı) geleneğinin ve gelinin ailesinden kopuşunun yarattığı 'liminal' (eşik) krizin bir yansımasıdır.
Kırmızı Kuşak (Gayret Kuşağı): Bugün Anadolu düğünlerinin vazgeçilmezi olan, gelinin beline bağlanan kırmızı kurdele; doğrudan Roma gelini dextrarum iunctio ritüelinde bağlanan ve Herkül Düğümü (Nodus Herculaneus) ile düğümlenen Cingulum’dur. Bu kuşak, hem bekareti hem de doğurganlığı ve bereketi simgeler.
Sembolik Yiyecekler: Düğün sırasında gelinin başından aşağı buğday, şeker veya para saçılması (saçı geleneği), Roma’nın refahı sağlamak için yaptığı Confarreatio ritüellerinin bugünkü tezahürüdür.
Anadolu halkı, bu ritüelleri Türki ve İslami bir boyayla boyamış, genellikle bunların "Romalı" (Romean) köklerinden bihaber şekilde, atalarından gördüğü gibi uygulamaya devam etmiştir.
3. Takvimsel Döngü: Ateş, Yenilenme ve Vampe
Zamanın kutsanması konusunda da iki coğrafya birbirine ayna tutar. Sicilya’da Hristiyan yortuları kritik tarımsal geçişleri işaretlerken, bu takvim Anadolu’da Nevruz ve Hıdırellez ile karşılık bulur. Her ikisi de özünde ateş ve yenilenme festivalleridir.
Sicilya’da 19 Mart’ta Aziz Yusuf onuruna yakılan Vampe (büyük şenlik ateşleri), Katolik bir kılıf altında olsa da, antik Roma İtalyası’nda yılın dönümünü ve baharın gelişini müjdeleyen pagan ateşlerin devamıdır. Aynı ateş, Anadolu’da Hıdırellez gecesi yakılır ve üzerinden atlanır. Dürtü aynıdır: Arınma, korunma ve doğanın uyanışını selamlama.
4. Ölüm ve Anlatı Mirası: Homo Narrans
Ölüm karşısında takınılan tavır, kültürlerin en derin kodlarını ele verir. Yas tutanlara komşular tarafından yemek taşınması, ölünün ruhuna yemek (helva, lokma) dağıtılması, periyodik mezar ziyaretleri ve ataların hala topluluğun yaşayan bir parçası olduğu hissi ("Ölüler bizimle yaşar" inancı), hem Sicilya hem de Anadolu’da ortaktır. Bu, Roma’nın Parentalia (ataları anma) günlerinin sosyolojik bir izdüşümüdür.
Benzer şekilde, her kültürün kendi kahramanları olsa da (Keloğlan, Nasreddin Hoca vb.), halk masallarının iskeleti –düzenbaz (trickster), mucizevi yardımcı, ahlaki yolculuk– tanınabilir ölçüde Akdenizlidir. Bu, Romalıların şekillendirdiği, Ovidius’tan Apuleius’a uzanan ve sözlü kültürle başarıyla aktarılan bir hikâye anlatıcılığı mirasıdır.
5. Tarihsel Sentez: "Müslüman Romalılar" Metaforu
Sıklıkla dile getirdiğim provokatif bir tez vardır: "Türkler, (kısmen) Müslüman Romalılardır."
Bu ifade, suçlayıcı bir itham değil, analitik bir tespittir. Elbette bu metafor, Türk geleneklerinin, İslam maneviyatının, Balkan ve Kafkas göçlerinin ve Osmanlı ile Cumhuriyet dönemlerinin yarattığı muazzam sosyal dönüşümleri yok sayma riskini barındıran bir basitleştirmedir. Ancak bu risk göze alındığında, ortaya çıkan tablo bir "ikame" (replacement) değil, muazzam bir "senkretik süreklilik"tir.
Roma’nın kültürel hafızası yok olmamış; dönüşmüş, yeni bir medeniyet katmanı (Türk-İslam sentezi) tarafından emilmiş ve yeniden şekillendirilmiştir. Bu, bir palimpsest gibidir; üstteki yeni yazı, alttaki eski metni silmemiş, onunla bütünleşmiştir.
Paradoks ve Kayıp Halka
Karşımızdaki tarihsel paradoks şudur: İtalya'nın birçok bölgesinde –hatta geleneksel Sicilya'da bile– ünlü etnolog Giuseppe Pitrè'nin henüz bir asır önce belgelediği uygulamalar, modernizmin ve Kilise'nin baskısıyla yok olmuş ya da sadece turistik festival formuna indirgenmiştir.
Oysa Trakya'dan Kapadokya'ya, Toroslar'dan Doğu Anadolu'ya kadar olan Türk köylerinde; İran ve Arap dünyasıyla olan eski sınırların çok ötesinde, bu uygulamalar yeni inançlara (İslam’a) adapte edilmiş halde, sıradan insanların günlük yaşamının kılcal damarlarında canlı kalmıştır.
Bayrakların, dillerin ve modern ulus-devlet kimliklerinin ötesine bakabilen bir göz, Türkiye'nin gündelik yaşamında Roma'nın, Sicilya'nın bir zamanlar paylaştığı ve şimdi sadece hayal meyal hatırladığı o kadim yankılarını keşfedecektir.
Tarihsel bir deney (thought experiment) yapacak olursak: Şayet Anadolulular, inanç değiştirip Müslüman olmak yerine Katolik veya Ortodoks kalsalardı, bugün dünya onları evrensel olarak Romalıların en saf ve en belirgin kültürel mirasçıları olarak kabul edecekti. Ancak tarihsel koşullar onları farklı bir manevi yola sevk etti; fakat ruhları ve toprağa bağlı ritüelleri, o kadim Akdeniz mirasını taşımaya devam etti. Makalenin odaklandığı "Düğün ve Geçiş Ritüelleri" başlığını daha da derinleştirerek, Anadolu'daki "Kına Gecesi" ritüeli ile Antik Roma/Yunan "Mysterium" (Gizem) kültleri arasındaki spesifik bağlantıları inceleyen özel bir karşılaştırma tablosu.


Antropolojik Yorum: Neden Hala Yapıyoruz?
Modern insan, neden hala lüks otellerde bile yapsa, kına gecesinde "ağlatılmak" ister?
Çünkü geçişler zordur. İnsan ruhu, bir statüden diğerine (çocukluktan yetişkinliğe, bekarlıktan evliliğe) geçerken bir "eşik" (liminalite) deneyimi yaşar. Bu eşikte eski benlik ölürken duyulan acının topluca paylaşılması gerekir.
Antik Romalılar buna "Communitas" (duygu ortaklığı) derdi. Anadolu kadını, kına gecesinde gelini ağlatarak aslında ona şunu söyler: "Korkma, bu acı ve ayrılık sadece senin başına gelmedi. Biz de bu yoldan geçtik, biz seninleyiz."
Bu yüzden "Müslüman Romalılar" metaforum, sadece taş binalar için değil, ruhumuzun mimarisi için de geçerlidir. Kına gecesi, İslam'ın rengine bürünmüş, Türki geleneklerle harmanlanmış, ancak iskeleti itibarıyla safkan bir Akdeniz/Roma ritüelidir.
Sizin İçin Bir Sonraki Adım
Bu "kadın merkezli" ritüellerden bahsetmişken, Anadolu'nun bir başka gizemli figürü olan ve hem Yunan mitolojisinde hem de İslami halk inancında (Fatma Ana Eli) karşımıza çıkan "Ana Tanrıça / Kybele" figürünün, bugünkü "nazar boncuğu" ve "üzerlik otu" yakma geleneğiyle olan bağlantısını ele alalım.
Bu, Antik Anadolu’nun manevi DNA’sının, İslam’ın getirdiği yeni teolojiye rağmen nasıl değişmeden kaldığını gösteren en çarpıcı örnektir.
Bir Ordinaryüs Profesör ve Antropolog olarak, bu konuyu "Kutsal Koruma Üçgeni" olarak adlandırdığım bir çerçevede, kapsamlı ve anlaşılır biçimde ele alıyorum: Ana Tanrıça (Kybele) → Koruyucu El (Fatma Ana Eli) → Savunma (Nazar & Üzerlik).
Anadolu'nun Kutsal Koruma Üçgeni: Kybele'den Nazar Boncuğuna
Tez:
Anadolu topraklarında, ne kadar değişirse değişsin, temel inanç sistemi bereket ve koruma üzerine kuruludur. Bu işlevleri yerine getiren büyük "Ana" figürü, isim değiştirerek (Kybele, Artemis, Meryem Ana, Fatma Ana), ancak asla işlevini kaybetmeyerek binlerce yıldır varlığını sürdürmüştür.
1. Kök: Anatolia Mater (Anadolu Ana) Arketipi
Her şeyin başlangıcı Büyük Ana Tanrıça'dır.
Kybele’den Fatma Ana’ya Geçiş
Kybele’nin Rolü: Kybele, aslen Frigya (Anadolu’nun içleri) kökenli bir tanrıçadır. O, dağların, yaban hayatının, bereketin ve her şeyin kaynağının koruyucusudur. O'nun kültü, Roma İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu dönemde bile Anadolu’dan İtalya’ya ithal edilmiştir (MÖ 204). O, varlığın devamlılığını temsil eder.
İslam’a Geçiş: Monoteist (tek tanrılı) dinler, pagan tanrıları ve tanrıçaları ortadan kaldırmaya çalışır. Ancak halk inancı, bu güçlü arketipi bir kenara atamaz. Kybele’nin koruyucu ve bereket verici rolleri, Hristiyanlıkta Meryem Ana’ya, İslam’da ise en saygıdeğer kadın figürlerine, özellikle Hazreti Fatma’ya (Hz. Muhammed'in kızı) aktarılır.
Fatma Ana Eli (Hamsa): İşte burada coğrafi ve kültürel senkretizm zirveye ulaşır. “Fatma Ana’nın Eli”, sadece İslami bir sembol değildir. Bu el, Mezopotamya’da İştar’ın Eli, Fenike’de Tanit’in Eli, Musevilikte Miriam’ın Eli ve Akdeniz'de evrensel olarak koruyucu el (Hamsa) olarak bilinir. Elin beş parmağı (beş rakamı), evrensel olarak kötü ruha karşı koruma ve savuşturma gücünü simgeler. Ana Tanrıça, bereketi eliyle tuttuğu gibi, kötülüğü de eliyle durdurur.
Sonuç: Fatma Ana’nın Eli, Kybele’nin koruyucu gücünün İslami bir kılıf altında yaşamaya devam etmesidir. Ana Tanrıça, artık bir Tanrıça değil, kutsal bir şefaatçi ve koruyucudur.
2. Savunma 1: Nazar Boncuğu ve Karşıt Göz
Anadolu ve tüm Akdeniz, Nazar (Evil Eye) inancının anavatanıdır. Bu inanç, basit kıskançlıktan öte, “Göze Gelmek” (göz değmesi) fikri etrafında döner.
Nazar Boncuğu: Gözle Gelen, Gözle Savuşturulur
Nazarın Antropolojisi: Nazar, sadece insanın kötü niyeti değildir. Aynı zamanda Tanrı’nın veya yüksek güçlerin aşırı mutluluğa ya da kibire karşı gösterdiği kıskançlık (Nemesis) korkusudur. Bebeğin güzelliği, evin bereketi, eşin zenginliği; her şey kıskançlığın hedefidir.
Nazar Boncuğunun İşlevi: Korumak için en iyi yol, "gözü göze karşı" kullanmaktır. Nazar Boncuğu, esasında bir "Karşıt Göz" (Apotropaik Göz) işlevi görür. Takanın gözü kapalıyken, boncuğun kendisi sürekli "nöbette"dir.
Antik Kökeni: Mavi camdan göz figürü, MÖ 3000’lere dayanan Mezopotamya ve Mısır geleneklerine dayanır. Antik gemilerin burunlarına çizilen gözler, yolculuk boyunca kötü ruhları savuştururdu. Bu göz, Kybele kültlerinde, bereketi ve korumayı izleyen Tanrıça’nın uyanık bakışını sembolize ediyordu.
Sonuç: Nazar Boncuğu, Fatma Ana Eli gibi, koruyucu gücün bir objeye (fetish) aktarılmasıdır. Sadece bir takı değil, Ana'nın durmaksızın bizi izleyen, uyanık gözünün modern, camdan yapılmış bir replikasıdır.
3. Savunma 2: Üzerlik Otu ve Ritüel Ateş
Fatma Ana Eli ve Nazar Boncuğu durağan koruma sağlarken, Üzerlik Otu (Peganum harmala) ise aktif arındırma ve temizleme ritüelini temsil eder.
Üzerlik Otu (Peganum Harmala) ve Dumanın Kutsallığı
Kullanım Amacı: Üzerlik, özellikle lohusalık dönemi, düğün sonrası eve ilk giriş, yeni bir iş yeri açılışı gibi “eşik” anlarında, nazar ve kötü enerjiyi kovmak için yakılır.
Ritüel Kökeni: Tüm kadim kültürlerde, bir mekanı veya kişiyi kötülükten arındırmak için yakılan tütsüler (sınır, adaçayı, reçine) kullanılmıştır. Üzerlik otunun dumanı, keskin kokusuyla kötü enerjiyi fiziksel olarak "boğar" ve savuşturur.
Ateşle Bağlantı: Kınanın ateş, Nevruz'un ateş, Aziz Yusuf Vampe’lerinin ateş olduğunu gördük. Anadolu'nun derin inancında, ateş en büyük arındırıcıdır. Üzerlik otunu yakarak dumanını tüttürmek, eski pagan/Roma ayinlerinde Kybele’ye adanan adak ateşlerinin ve bahar arınma şenliklerinin İslami bir "tütsü" versiyonudur.
Sonuç: Üzerlik Otu, halkın nazar inancını somut bir eylemle (eylemle temizleme) yönetme biçimidir. Bir mekanı, Ana Tanrıça’nın kutsal ateşi ile temizlemek ve kötü enerjiyi uzaklaştırmaktır.

Sonuç olarak, Anadolu’da bayraklar, diller, hatta inançlar değişmiştir, ancak ruhsal coğrafya değişmemiştir. Bir Ordinaryüs Profesör olarak söyleyebilirim ki, Fatma Ana Eli'ne sarılan kişi, aynı zamanda binlerce yıl önce kutsal dağlara yüzünü dönen ve bereket dileyen Kybele'nin çocuğudur. Nazar Boncuğu takan, aslında antik dünyanın en güçlü koruma sembolünü taşımaktadır. Ve üzerlik otu yakan kişi, ateşi kutsal bir arındırıcı olarak gören en eski Anadolu ritüellerini devam ettirmektedir.
Anadolu, sadece Roma'nın değil, tüm kadim Akdeniz'in kültürel belleğini bir bütün olarak bugüne taşımayı başarmıştır.