( (
Cüneyt Diler
Köşe Yazarı
Cüneyt Diler
 

Oy Verme Davranışı ve Siyasal İletişim

Siyasal İletişim Perspektifinden Türkiye Seçmeninin Oy Kullanma Davranışlarının İncelenmesi   Özet   Seçmen davranışını bilmek ve doğru analiz etmek siyasal partilerin başarısı için büyük önem taşımaktadır. Seçmen davranışı bilinmeden yapılan siyasi faaliyetlerin istenilen başarıyı elde edememesi hiç de şaşırtıcı değildir. Bu makalede Türkiye’de seçmenlerin oy verme davranışı üzerine yapılan az sayıdaki araştırmadan yola çıkılarak, seçmenlerin siyasal katılım, siyasal bilgi ve siyasal tutumları detaylı bir şekilde incelenmiş, oy verirken hangi önceliklere önem verdikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Siyasal İletişim Yönetimi bağlamında incelenen Türk seçmeninin oy verme davranışının kendine özgü yanları da bu makalede ele alınmıştır.   Anahtar Sözcükler: Siyasal Katılım, Seçmen Davranışı, Siyasal İletişim     Abstract   Knowing the attitude of electors and analyzing it correctly is decisively important for the success of political parties. Failure of those political activities which are attempted to be done without knowledge of elector attitudes is not suprising. In this article, by the guidance of the few researchs about elector attitudes, we analyzed the political participation, political information and behaviours of electors and tried to find which priorities they give weight to. Also specific voting attitudes of Turkish electors which are analyzed by context of Political Communication Management are also been discussed in this article.   Keywords: Political Participation, Behaviours of Electors, Political Communication     Giriş   Türkiye’de siyasetin en önemli konularının başında “seçmen davranışı” gelmektedir. Çünkü seçmen davranışı iyi analiz edildiği takdirde siyaset yapan partilere iktidar yolunu açabilecek bir role sahiptir. Her parti seçmenlerin politikalarına nasıl baktıklarını bilmek ister; beğenilen politikaların sürdürülmesi, tepki gören, beğenilmeyen politikaların ise değiştirilmesi seçmenin ikna edilmesi için gereklidir.   Siyaset kurumu için böylesine önemli bir role sahip olan seçmen davranışı üzerine ülkemizde ne yazık ki yeterli düzeyde araştırma yapılmamış, seçmen davranışlarının en çok hangi unsurlardan etkilendiği tüm detaylarıyla ortaya konulmamıştır. Son yıllarda yapılan az sayıda araştırma, Türk seçmenindeki değişim ve dönüşümlerin yönünü sağlıklı bir şekilde izlemek için yetersiz kalmaktadır. Seçim sonrası yapılan daha az sayıdaki seçmen davranışı ve analizi araştırmalarının da mutlaka sayısının arttırılması, Türk seçmeninin daha yakından tanınması için zorunluluk olarak görülmelidir.   Bu makalede az sayıdaki seçmen davranışı araştırmalarının sonuçları kullanılarak, Türk seçmeninin oy verme davranışı ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya çalışılmış, seçmenin oy verirken hangi konuları öncelediğine dikkat çekilerek Türk seçmeninin “kendine özgü” özelliklerine siyasal iletişim yönetimi perspektifinden vurgu yapılmaya çalışılmıştır. Makalede ayrıca  22 Temmuz 2007 genel seçimleri sonrasında yapılan “seçmen davranışı ve analizi” araştırmasının sonuçlarıyla da Türk seçmeninin siyasal bilgi, algı ve katılım profili ortaya konulmaya gayret edilmiştir.     2. Siyasal Katılım ve Seçimler                 Halkın kendini yönetecek kişileri seçmesi klasik demokrasi anlayışının temelini oluşturmaktadır.  Halk, egemenlik hakkını kullanıp temsili demokrasinin gereği olarak genel ve eşit oyla temsilcilerini seçmektedir. Klasik demokrasi anlayışından ayrı olarak bir de “katılımcı demokrasi yaklaşımı” bulunmaktadır. Doğrudan demokrasi araçlarını içeren katılımcı demokrasi anlayışında ise halkın çeşitli yollardan siyasete en geniş anlamda katılması esastır. Katılımcı demokrasinin özünde herkesi bağlayan ve ilgilendiren karar süreçlerine halkın katılımı vardır. Siyasal katılma, bu noktada demokrasi kavramıyla özdeşleştirilen anahtar bir kavram haline gelmektedir. Demokrasiyi üstün kılan, halkın siyasal sisteme katılımı ve denetimi olmaktadır. Katılım, bütün siyasal konularla ilişkilidir. Katılımın amacı, siyaseti ve yönetimi etkilemektir (Çukurçayır 2000: 13).   Katılımcı demokraside, bireylere kendileriyle ilgili kararlara katılabilme imkanı tanınmaktadır. Bu özellik de, katılımcı demokrasiyi temsili demokrasiden ayıran en temel nitelik olarak öne çıkmaktadır (Sarıbay 1992: 91).   Demokrasinin temel değerleri olan halk egemenliği, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar da siyasal katılma olgusuyla yakından ilgilidir. Özgürlük, siyasal düşüncenin merkezinde yer almaktadır. Katılma davranışı, demokraside bireyin kendini gerçekleştirmesi ve özgürlüğünü korumasının da bir aracıdır. Özgürlük her şeyden önce, egemen devlet karşısında ya da birey üzerinde egemenlik kurmak isteyen oluşumlar karşısında özgür davranabilmektir. Bireysel özgürlük, bireyin devlet kurumları karşısında korunması değil, aynı zamanda bireyin devlet etkinliklerine katılması ve oluşumuna katkıda bulunmasıdır. Katılım, bireysel özgürlüğün güçlenmesini sağlayan önemli bir araçtır. Birey siyasal katılımla, siyasal erk karşısında güçsüz ve çaresiz olmadığının bilincine varmaktadır.    Demokrasinin temel değerlerinden olan eşitlik ilkesi, demokratik toplumun meşruluk olanakları ve hukuksallık niteliğiyle yakından ilgilidir. Bu nedenle siyasal katılım, halk egemenliği ilkesini hayata geçiren ve eşitliği sağlayan bir araç olarak görülmektedir. Eşitlik ilkesiyle farklı toplumsal kesimler siyasal yaşama eşit bir biçimde katılma imkanı bulabilmektedirler. Demokrasi de gücünü bu eşitlik ilkesinden almaktadır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                    Halk egemenliği, demokrasilerde siyasal gücün kaynağını oluşturmaktadır.  Halkın temsilciler seçmesi, bu egemenliğinden vazgeçmesi anlamına gelmemektedir. Ancak katılım, halk egemenliğinin somutlaştırılması bakımından ayrı bir değer taşımaktadır.  Bu egemenlik, belli bir sınıfın, ırkın ya da toplumsal hareketin egemenliği değildir. Bireylerin, kamusal amaçların belirlenmesi ve gerçekleştirilmesi sürecine katılabilmesi, egemenliğin olabildiğince tek tek bireylerce kullanılması, belli bir toplumsal tabakanın ya da çıkar grubunun egemenlik kurma tehlikesini önlemektedir (Çukurçayır 2000:15).   Siyasal katılmayı “siyasal bir davranış gösterisi” olarak tanımlayan Oya Tokgöz, siyasal katılmanın ayrıca bir karar verme işlemini de içerdiğini  ifade etmektedir. Siyasal katılmanın, bir davranış gösterisi olarak insan davranışlarının tabi olduğu genel düzene uygun olarak işlediğine vurgu yapan Tokgöz, insanın genel olarak davranışlarının taşıdığı özelliklerin, siyasal davranışlar için de söz konusu olduğunu belirtmektedir (15).   Siyaset bilimciler siyasal katılma biçimlerini "alışılagelmiş" ve "olağandışı" olmak üzere iki grupta toplamaktadır (Almond 1974: 59).   Alışılagelmiş siyasal katılma biçimlerinde akla ilk olarak "oy kullanma" gelmektedir. Demokrasilerde seçimlerde kullanılan oy, hangi siyasal partinin iktidara geleceğini belirlediği gibi, iktidar olan partiden neler beklendiğinin de ipuçlarını vermektedir. Yüksek düzeyde katılmayı içeren alışılagelmiş katılma biçimlerinden biri de seçim kampanyalarıdır. Sadece seçim dönemlerine mahsus olmakla birlikte, siyasi partilerin seçim faaliyetlerine emek ve maddi açıdan katılımlar yoğun olmaktadır. Siyasetle ilgilenmek, siyaset konuşmak ve tartışmak da yaygın ve sürekli katılım biçimlerinin başında gelmektedir. Siyasetle ilgilenmek kendi başına siyasal sistemin çıktılarını etkilemeye yeterli olmasa da, daha yoğun biçimlerde katılım için önemli bir yol açmaktadır (Turan 1977: 70).   Alışılagelmiş siyasal katılma biçimlerinden ayrı olarak bir de "olağandışı" siyasal katılma biçimleri vardır. Bireyleri, olağandışı siyasal katılıma zorlayan sebepler arasında, " siyasal sistemden beklenilenlerin gerçekleşmemesi, sistemin başarısızlığı, toplum katlarının isteklerinin bağdaştırılmayacak kadar zıtlaşması, belirli toplulukların kendini sistemden yabancılaşmış görmesi ya da olağan yollardan siyasete katılmayı becerememek" sayılabilir. Siyasal katılmanın olağandışı yolları, olağan yolları bilmeyen ya da yeterli bulmayan çeşitli topluluklarca kullanılmaktadır. Olağandışı siyasal katılma biçiminin başında bildiri yayınlamak, gösteri yürüyüşü yapmak, miting düzenlemek gelmektedir (Turan 1977: 72).   Siyasal katılma konusunda iki zıt düşüncenin öne sürüldüğünü belirten Mahmut Oktay, bu görüşlerden birinin; “halkın katılımını seçim dönemlerine indirgeyen ve politikanın uzman siyasal kadrolar tarafından yürütülmesi gereken bir iş olduğunu ve halkın görevinin sadece seçimden seçime oy kullanarak yönetici kadrolardan birini  seçmek ve programlarını meşrulaştırmak” olduğunu belirtmektedir. Bu ‘elitist’ görüşün karşısında ise ‘katılımcı demokrasi’ taraftarları yer almaktadır. Bu görüşü savunanlar, “dar bir siyaset ve kadrolaşma fikrine karşı çıkmakta, siyasal hayatın sokaktaki adamı da içine alacak şekilde genişlemesi ve kitlelerin, sosyal hayatın tüm aşamalarında kendilerini ilgilendiren kararlara katılmaları” görüşünü savunmaktadırlar (81).   Halkın kendisini ilgilendiren kararlara katılması ve idareyi denetleyebilmesi ise ancak, siyasal kadroların vatandaşlarla sağlıklı bir iletişim içinde olması,  icraatları ve yapacakları çalışmalar konusunda doğru bilgiler iletmesiyle mümkündür. Seçim dönemlerinde en üst düzeye çıkan bu siyasal iletişim kanalı, dürüst ve açık olduğu, gerçek bir denetime yönelik şeffaflık sağladığı ölçüde, seçmenlerin akılcı ve doğru kararlar vermelerine yardımcı olacaktır. Açıklık ve şeffaflık demokrasilerde büyük önem taşımaktadır. İnsanlar her şeyi açıkça anlayabilme zemini bulabilirlerse, daha iyi denetleme imkanına kavuşacaklardır.   Siyasal katılma aracı olan seçimler, aynı zamanda siyasal iletişimin yoğun olarak kullanıldığı bir alandır. Seçimler  amaç  değil sadece bir “araç”tır ve halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve onlara karşı sorumluluk duygusuyla hesap verebilecek kadroları işbaşına getirebildiği ölçüde gerçek bir demokrasinin ölçüsü olarak kabul edilmektedir. Seçimlerin hür olması kadar seçim döneminde seçmenlerin kanaatlerinin oluşma ortamının da hür olması zorunludur.      3. Siyasal İletişim ve Seçmen Davranışı     Demokratik rejimlerde seçimlerin milli iradeyi temsil eden siyasal iktidarı belirlediği gerçeği göz önüne alındığında seçmen davranışının önemi daha iyi anlaşılacaktır.              Oyunu kullanmak için sandık başına giden seçmen, şu dört unsurun biri veya birkaçını göz önüne alarak oyunu kullanmaktadır: “Güvenlik isteği”, “saygınlık isteği”, “duygusal bağlılık” ve “dinsel/siyasal inançlar” (Kışlalı 1987: 363).   Güvenlik isteği kişileri “istikrar arayışına” itmektedir.  Düşük ama düzenli bir gelire sahip kişiler, mevcut siyasal iktidarın devamı yönünde oy kullanmaktadırlar. Bu tür seçmen grupları, gelirini artıracak, daha iyi koşullar sağlayabilecek partilere seçimlerde pek itibar etmemektedir. Onlar risk almak yerine, ellerindekini koruma yönünde hareket etmektedir.   Toplumda yeterince saygı görmediğine, kendilerine ayrım uygulandığına inanan kesimler ise oy verirken, “güvenlik isteği” ile hareket eden seçmenlerin aksine, “değişimden” yana oy kullanmayı tercih etmektedirler. Çünkü onların mevcut siyasal iktidardan bir memnuniyetsizliği bulunmakta ve belki alternatif bir siyasal partinin iktidarında ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulma şansları olduğunu düşünmektedirler.   Bir partiye veya onun liderine duyulan “duygusal bağlılık” da oy verme davranışı üzerinde etkili olmaktadır. Zaman içinde duygusal olarak bağlanılan siyasal parti, kişinin görüşlerine aykırı tutumlar sergilese de duygusal bağlılığın derinliği kişiyi yine bu partiye oy vermeye sevk edebilmektedir.   Dini veya siyasi inançlar da, tıpkı duygusal bağlılık gibi, kişilerin oy verme davranışı üzerinde etkili olabilmektedir. Kişiler, maddi çıkarlarının ötesinde bir partiye yakınlık duyabilmektedirler. Aynı inancı paylaştığı, aynı düşünceyi savunduğu insanlarla birlikte olmayı isteyen kişiler, seçimlerde de oy verirken bu duyguyla hareket etmektedirler (Kışlalı 1987: 365).               Oylarıyla siyasi iktidarı belirleyecek olan seçmenleri sandık başına götüren ya da oy vermekten vazgeçiren hangi etkenlerdir? Bu sorunun cevabını siyaset bilimciler şöyle vermektedir (Lıpset ve Lazarsfeld 1954:362) :   - Hükümetin izlediği siyaset bir toplumsal grubun çıkarlarını ne kadar yakından etkiliyorsa, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi o kadar artmaktadır. Bu konuda kamu görevlileri örnek gösterilebilir. Çünkü iktidara gelenler, bir bakıma kamu görevlilerinin işvereni olmaktadır.   - Hükümet kararlarının kendisiyle ilgili sonuçları konusunda bir toplum kesimi ne kadar çok bilgi sahibiyse, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi de o kadar artmaktadır.   - Bir toplum kesimi üzerinde, siyasal katılım yönündeki baskılar ne kadar fazlaysa, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi de o kadar artmaktadır. Ama bu baskıların birey üzerindeki etkisi, bireyin üyesi olduğu toplum kesimiyle olan ilişkilerinin yoğunluğuna bağlı olmaktadır.   - Grup üzerindeki baskılar aynı yönde olduğunda siyasal katılma eğilimi ve oy verme davranışı artarken, zıt yönlerde olduğunda ise katılım eğilimi azalmaktadır.                 Oy verme davranışını etkileyen faktörlerin yanında bir de verilen oyun “yönünü” belirleyen değişkenler bulunmaktadır. Oyun yönünü belirleyen etkenler ise şöyle sıralanmaktadır (Lıpset ve Lazarsfeld 1954:364) :   - Tarıma dayalı yarı kapalı geleneksel toplumdan, endüstriye dayalı açık çağdaş topluma geçildikçe, oy vermedeki yöresel ve bölgesel etkiler azalmakta, toplumsal sınıfların etkisi artmaktadır. Bu yeni toplumsal ilişkiler içinde kişinin yükselme imkanları ne kadar çoksa, tutucu eğilimler o ölçüde güçlenmektedir. Kişinin içinde bulunduğu koşulları iyileştirme umutlarının azlığı ölçüsünde ise düzen değişikliği istekleri gündeme gelmektedir. Aynı şekilde toplumdaki eşitsizlikler arttıkça, siyasal katılma düzeyi de yükselmektedir.   - Sanayileşmenin ilk aşamalarında kitleler hayat şartlarının iyileşmesinden etkilenip tutuculaşabilmektedirler. Ama zamanla kendi koşulları ile diğer toplum kesimlerinin koşullarının karşılaştırılması önem kazanmaktadır. Kendi koşulları iyileşirken başkalarının koşulları çok daha hızlı iyileşiyorsa, bu durum hoşnutsuzluk oluşturabilmektedir.   - Gecekondu bölgeleri ile az gelişmiş yörelerin seçmenleri genellikle mevcut düzenin devamı yönünde oy kullanırken, sanayileşmiş ve kentleşmiş yerlerin seçmenleri, eğer mevcut düzenden memnun değilseler, alternatif siyasi partilere daha kolay yönelebilmektedirler.   - Güncel siyasi gelişmeler, özellikle kararsız seçmenlerin üzerinde etkili olmaktadır. Örneğin şiddet olaylarının artmasının oluşturduğu korku, arayış içinde olanları istikrara, güçlü görünene doğru yöneltmektedir.     4. Oy Verme Davranışına Yönelik Çeşitli Yaklaşımlar                 "Oy verme davranışı" üzerine geliştirilen yaklaşımlar üç ana grupta toplanmaktadır: Sosyolojik, Psikolojik ve Rasyonel Tercih yaklaşımı (Harrop ve Miller 1987: 130). Oy verme davranışını detaylı bir şekilde analiz edebilmek için bu üç yaklaşıma daha yakından bakmak gerekmektedir.   4.1. Sosyolojik Yaklaşım              Seçmen tercihine sosyolojik açıdan yaklaşanlar, ekonomik ve psikolojik yaklaşımın özellikle vurguladığı bireyselciliği reddederek grup temelleri konusuna eğilmektedir. Sosyolojik yaklaşımda kişilerin tutum ve değer sistemleri oy verme davranışında önem arz etmemekte, bu yaklaşımda daha çok din, sosyo-ekonomik statü, yaşanılan coğrafya parçası ve mensup olunan grup gibi faktörler ön plana çıkmaktadır. Sosyolojik yaklaşımın temel konusunu seçmenler değil, gruplar ve partiler oluşturmaktadır. Sosyolojik yaklaşım "niçin oy veriyorlar?" sorusuna cevap aramaktadır (Harrop ve Miller 1987: 157)             Grupların başlıca özelliklerinden birisi normlarının bulunması ve bunlara uyulmadığı takdirde üyelerinin çeşitli şekilde cezalandırılmasıdır. Bu nedenle birey oy verme davranışında grup normlarına ters düşmemek ve belirtilen cezai müeyyidelerle karşılaşmamak için çaba harcamaktadır. İşte sosyolojik yaklaşımın belli başlı varsayımlarından birini bu yaklaşım oluşturmaktadır ve "niçin" sorusuna böyle bir genellemeyle cevap verilmektedir (Kalender 2000:52).   Türkiye’de de geçmiş dönemlerde yapılan seçimlerde seçmenin sosyolojik yaklaşıma uyan tercihlerde bulunduğu görülmektedir. Örneğin, Önce Adalet Partisi, sonra da onun devamı olan Doğru Yol Partisi, genellikle Anadolu’nun kırsal yörelerinde yaşayan seçmenlerden oy almıştır. Hatta DYP geleneği için  "köylü partisi" tanımlaması bile yapılmıştır. DYP’nin eski  Genel Başkanlarından, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevleri de yapan Süleyman Demirel’in "benim köylüm!, "benim çiftçim!.." diye başlayan sözleri, siyasi tarihimizde müstesna bir yere sahiptir. (DYP, 2007 seçimleri öncesinde ANAVATAN Partisi ile birleşerek Demokrat Parti ismini almıştır. Daha sonra iki partinin birleşme projesi gerçekleşmemiş, Demokrat Parti 22 Temmuz 2007 seçimlerine tek başına girmiştir. Parti halen faaliyetlerine DP ismi altında devam etmektedir.)   Ayrıca Milli Nizam, Milli Selamet, Refah Partisi, sonra da Fazilet Partisi ve Saadet Partisi geleneğinden gelen "Milli Görüş" zihniyetinin de muhafazakar ve dindar seçmenlerin oyunu alması, sosyolojik yaklaşımın bir diğer örneğini oluşturmaktadır.   4.2.  Psikolojik Yaklaşım   Seçmen davranışını psikolojik açıdan ele alan siyaset bilimciler bu modeli "partiyle özdeşleşme modeli" olarak da tarif etmektedirler. Modelin özü, seçmenin bir partiye duyduğu sevgi ve bağlılığı ifade etmektedir. Bu bağlılık, bir taraftarın futbol takımı tutması gibi de değerlendirilmektedir. Bireyin partisiyle özdeşleşmesi için herhangi hukuki bir bağının bulunması da şart değildir.   Partiyle özdeşleşme modeli iki temel yeniliği de beraberinde getirmektedir: Bunlardan birincisi, ahlaki vaazlardan çok davranışla ilgili kuralları sunması; ikincisi de, sosyolojik yorumu reddetmesidir (Pomper 1992: 114).   Partiyle özdeşleşme modelini ortaya koyan siyaset bilimcilerin temel varsayımı, seçmenin partizan tercihlerinin, bir psikolojik güçler sahasını kapsayan unsurların yönü ve gücüne bağlı olduğudur. Tutumların yönü ve yoğunluğunun ölçülmesi, çoğu seçmen davranışını hesap etmede kullanılabilmektedir. Partiyle özdeşleşme modelini benimseyen siyaset bilimciler, adaylar, konular, grup etkileri gibi unsurlar üzerine eğilmişler ve psikolojik güçleri modellerinde temel olarak almışlardır. Bu psikolojik güçler içerisinde ise tutumlar merkezi bir rol oynamaktadır. Özellikle tutumların yoğunluğu, bazı insanların niçin oy verdiğini, diğerlerinin ise niçin vermediğini açıklamada yardımcı olmaktadır. Oy veren için tutumun ahengi, bir kişinin niçin kendisine uygun bir partiye oy verdiğini belirlemektedir. Tutumların partizan yönü ve şiddeti ise, her bir seçmenin rakip adaylar arasında yapacağı tercihin nedenini açıklamaktadır (Campbel 1960: 58).   Türk seçmeninde de bir siyasal partiyle "özdeşleşme" modeli yaygındır. Özellikle bir kısım aydınların ve bürokratik çevrelerin ısrarla Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vermeleri, partiyle özdeşleşme yaklaşımı için iyi bir örnektir. Bu çevreler, partileriyle öylesine özdeşleşmişlerdir ki, kendisini "demokratik sol" ya da "sosyal demokrat" diye tanımlayan ve benzer idealleri paylaşan partilere bile oylarını vermekte cimri davranmaktadırlar. CHP geleneği, Türk siyasal hayatında, kökleri derinlerde olan bir harekettir ve takipçileri her şeye rağmen partilerini seçim sandıklarında desteklemektedirler. Küreselleşme sürecinin dayattığı değişim ve dönüşüm ihtiyacı, çağın getirdiği yeni yaklaşımlar ve yeni sorunlar bile partisiyle özdeşleşen bu kişileri, başka partilere yöneltmeye yetmemektedir.     4.3 Rasyonel Tercih Yaklaşımı                Seçmenin kendi çıkarlarını iyi bilmesi, bu çıkarlara en iyi şekilde hizmet edecek aday veya partiyi değerlendirerek oyunu ona göre kullanması, rasyonel tercih yaklaşımı olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımda kişinin amaç ve istekleri ön planda tutulmaktadır (Kalender 2000:61).             Rasyonel tercih yaklaşımı, "kişinin hatır için herhangi bir partiye oy kullanmasının söz konusu olmaması, seçmenin politik amaçlarının üzerinde odaklanarak sosyal çevreyi fazlaca dikkate almaması ve seçmenin kullanacağı oy ile ilgili daha çok politik bilgilere sahip olmak istemesi" gibi özellikleri bakımından partiyle özdeşleşme modelinden ayrılmaktadır (Harrop ve  Miller 1987:145).   Rasyonel tercih yaklaşımında seçmenler, geleceği değil, geçmişi sağduyu ile değerlendirerek oyunu kullanmaktadır. Seçmenler, özellikle iktidar partilerinin geçmişte yaptıkları icraatların genel bir değerlendirmesini yapmakta, bu icraatlardan kendisinin ne kadar yararlandığına bakarak ona göre bir karar vermektedir. Seçmen vaatlerle, cilalı sözlerle ilgilenmemekte, sonuçlara bakmaktadır. İktidar partisi ya da partilerinin seçim zamanında yaptıkları propaganda ve diğer seçim faaliyetlerini de bu gözle değerlendiren seçmenler, eğer iktidarda iken yapılan icraatlardan memnun değillerse, seçim dönemindeki "ikna" çalışmalarından etkilenmiyorlar.   Türkiye’de de son yıllarda seçmenlerin dikkate değer bir bölümünün rasyonel tercih yaklaşımıyla hareket ettiği gözlenmektedir. Parti bağlılıkları olmayan bu seçmen kitlesi, "ülkeye kim daha iyi hizmet edecekse, benim insan gibi yaşayacak koşullara kavuşmama hangi siyasal parti olanak sağlayacaksa ve çocuklarımızın geleceğini hangi liderler güvence altına alacaksa seçimlerde oyumu ona vereceğim…" düşüncesinden hareket etmektedir. Nitekim son 10 yılda yapılan seçimlerden kamuoyu araştırma şirketlerinin anketlerinde çok küçük yüzdelerle ifade edilen partilerin, sandıktan oy patlaması yaparak çıkması da bu yaklaşımın önemli bir taraftar kitlesi bulduğunu göstermektedir.   Değişen dünya dengeleri ve insanların bireyselleşme yönünde kat ettikleri büyük mesafe, hem siyasal parti bağımlılıklarını çözmekte, hem de sadece belli bir düşünceye saplanıp kalma, alternatif düşüncelere gözünü, kulağını kapama devrinin tarihe karıştığının ipuçlarını vermektedir. İnsanlar artık geçmiş dönemin söylemleriyle hareket etmiyorlar, değişim ve dönüşüm dinamiklerinin çağrılarına kulak vererek, bilimsel gelişmelerden, teknolojik ilerlemelerden geri kalmak istemiyorlar. Hayatın sunduğu nimetlerden hem sonuna kadar yararlanmak arzusu taşıyorlar hem de mutlu ve güven içinde yaşamak istiyorlar.   Böyle bir yaşam alanı içinde hareket eden ve hayata bu perspektiften bakan insanlar da seçim zamanı sandığa gittiklerinde, kendilerini kim daha iyi yönetecekse, kim daha mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşatacaksa onu seçmeyi tercih ediyorlar. Böyle bir yaklaşım gelişip yaygınlaştıkça, bu sinerji siyasal partileri de mutlaka kapsama alanı içine alacak ve partiler iyi yönetim, dürüstlük, açıklık, güven ve mutluluk için birbirleriyle rekabet eder hale geleceklerdir.     5. Oy Verme Davranışı ve Ekonomi Politik   Oy verme davranışını etkileyen pek çok faktörden birisi de ekonomi politikalarıdır. Ekonomik beklentilerin, seçmenlerin oy verme davranışı üzerindeki etkileri siyaset bilimcileri tarafından da uzun süredir incelenmektedir. Goodhart’ın İngiltere’de, Kramer’in de ABD’de yaptığı araştırmalar, iktidar partilerinin oylarında görülen dalgalanmaların büyük ölçüde izlenen ekonomik politikaların başarısına ya da başarısızlığına göre değiştiğini ortaya koymuştur (Goodhart 1970:18; Kramer 1971:65).   Daha sonraları ekonomik faktörlerin seçmen davranışı üzerindeki etkileriyle ilgili araştırmalar derinleştirilerek "ekonomik oy verme" diye tanımlanan teoriye dönüştürülmüştür. Siyaset Bilimci Key tarafından formüle edilen ve "sorumlu seçmen" düşüncesine dayanan teoriye göre “seçmenler, ülke ekonomisinin performansından iktidardaki partiyi/ partileri sorumlu tutmakta ve bu sorumluluk bilincine göre oy vermektedir” (http://www.liberaldt.org.tr/ldd/m14/DDbiak.htm).   Kiwit ve Rivers da, ekonomik temelli oy verme davranışıyla "seçmenin geçmişe yönelik bir değerlendirme yaptığını" belirterek, seçmenlerin iktidar partisi merkezli bir düşünceyle hareket ettiklerini ve izlenen ekonomi politikalarının sonuçlarını değerlendirdiklerini ifade etmektedir (207).   Başta ABD ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede yapılan araştırmalar ekonomi politiğin seçmen davranışıyla doğrudan bir ilgisinin olduğunu ortaya koymuştur. Acaba Türkiye için durum nedir? Türkiye’de de seçmenler, sandık başına giderken, iktidardaki partinin uyguladığı ekonomi politikalarına göre mi oy kullanıyorlar? Ya da bir başka deyişle, ekonomi politikalarının oy verme davranışı üzerindeki etkisi ne kadardır?   Türkiye’de seçmen davranışlarının, ekonomi politik ile ilgisini inceleyen Birol Akgün, ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Akgün, Türkiye’de ekonomik faktörlerin kolektif seçmen davranışları üzerinde önemli ölçüde belirleyici olduğunu belirtmektedir. Akgün, bu saptamasına dayanak olarak, Türkiye’de geçmiş yıllarda yapılan seçimlerin sonuçlarını göstermektedir. Akgün’ün bu konudaki değerlendirmesi şöyledir (http://www.liberaldt.org.tr/ldd/m14/DDbiak.htm): "Yargıç güvencesinde yapılan ilk özgür seçim olan 1950 seçimlerinde yeni kurulmuş olan DP, toplumda CHP'nin 27 yıllık tek parti yönetimine karşı oluşan tepkiyi kendi lehine oya tahvil ederek oyların yüzde 53'ünü ve meclisteki sandalyelerin de yüzde 83'ünü elde etti. DP'nin ilk dört yıllık dönemi ekonomik büyüme ve bolluk yıllarıdır. Bu refah artışı, ister bazılarının iddia ettiği gibi yaşanan olumlu iklim şartları ve CHP'nin biriktirdiği dövizlerin harcanması sonucu, isterse DP'nin izlediği bilinçli ekonomi politikaları sonucu sağlanmış olsun, sonuçta geniş anlamda halkın alım gücü ve refahı artmıştır. Ekonomik oy verme modelinin öngördüğü gibi 1954 yılında yapılan seçimlerde halk DP'yi ödüllendirerek oyunu yüzde 57'ye, sandalye oranını da yüzde 91'e çıkarmıştır. Fakat DP'nin ikinci dönemi olan 1954/57 yılları arasında ise tersi gelişmeler vardır; büyüme yavaşlamış, döviz rezervleri tükenmiş ve TL devalüe edilmiştir. Bu olumsuz şartlarda girilen 1957 seçimlerinde DP'nin oy oranı yüzde 47'ye düşerken CHP önemli ölçüde oy kazanmıştır. Eğer 1960 askeri müdahalesi olmasaydı yaşanan kötü ekonomik koşullar nedeniyle DP'nin oy kaybı daha da hızlanacak, belki de CHP tekrar iktidara gelecekti. 1970'lerde yaşanan siyasal karışıklıklar, Turgut Özal'ın 1980'lerdeki yükseliş ve düşüşü ile RP'nin 1990'larda küçük bir parti konumundan birinciliğe yükselmesi, ekonomik alandaki gelişmeler göz önüne alınmadan açıklanamaz…"   Seçmenler "öç alma ya da ödüllendirme" duygusuyla hareket etmektedirler. Halk, ekonomik gelişmelerden direkt olarak etkilendiği için, olumlu ya da olumsuz gelişmelerden de doğrudan hükümeti sorumlu tutmaktadırlar. Olumlu ekonomik gelişmeleri halk sandıkta oyuyla ödüllendirirken, olumsuz gelişmeleri de yine oylarıyla cezalandırmaktadır.   Ayrıca bu konuda Prof. Dr. Ali Akarca ve Prof. Dr. Aysıt Tansel imzasını taşıyan bir araştırma da önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. “Ekonomik performans ve siyasi sonuçları: Türkiye'de 1950 ile 2004 yılları arasında yapılan genel ve yerel seçimlerin bir analizi” başlıklı çalışmada ‘Türk seçmeni oy verirken hükümetin ekonomik başarısını dikkate alıyor mu?’ sorusuna cevap aranmıştır (www.erc.metu.edu.tr).   Araştırma sonucuna göre, Türk seçmeni, hükümetin ekonomik performansını değerlendirirken, seçimden önceki bir yılı esas almakta ve bu kapsamda ekonomik büyüme ve enflasyon olgusu oyunun rengini belirlemesinde önemli göstergeler olarak ortaya çıkmaktadır.   Araştırma, Türkiye’de seçmenlerin değerlendirme yaparken, bir yıldan daha geriye gitmediğini de ortaya koymuştur. Yani hükümetin seçim öncesinde son bir yıl içindeki ekonomik performansı seçmenlerin oylarının yönünü doğrudan etkilemektedir. Ayrıca seçmenlerin, önceki seçimlerde oy verdikleri partiye yeniden oy verme eğilimi gösterdikleri, ancak oy verdikleri partiye verdikleri desteği, zaman içinde geri çekebildikleri de bu araştırmanın sonuçları arasında yer almaktadır.   6. Türkiye’de Seçmenlerin Detaylı Profili                    TÜSİAD’ın yaptırdığı “seçim sistemi ve siyasi partiler araştırması” Türk seçmeninin detaylı bir profilini ortaya koymaktadır (TÜSİAD 2001: 199). Türk seçmeni üzerine yapılan en kapsamlı araştırmalardan biri olan bu araştırma, seçmenlerin oy verme davranışlarını etkileyen unsurları ortaya koyması bakımından da önem taşımaktadır.   TÜSİAD’ın “seçim sistemi ve siyasi partiler araştırması” sonuçlarına göre, Türk seçmeninin en sık kullandığı siyasal katılım kanalını “oy vermek” oluşturuyor. Türk seçmeni “her zaman” denebilecek sıklıkta  “oy kullanarak” siyasete katılıyor. 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 genel seçimlerine katılım oranının yüksek olması da bu sonucu doğruluyor.   Türk seçmeni oy kullanmanın ardından “medyada siyaseti izleyerek” siyasete katılıyor. Araştırma sonuçlarına göre Türk seçmeni medyada yer alan politik haber, yorum ve tartışmalara büyük ilgi duyuyor ve yakından takip ediyor. Seçim dönemlerinde medyanın traj ve izlenme oranlarının artması da Türk seçmeninin medyanın verdiği siyasal mesajlara açık olduğunu gösteriyor. Türk seçmeni, siyasete katılma etkinlikleri arasında yer alan “siyaset tartışmayı, toplantılara katılmayı, başvuru ve dilekçe hakkını kullanmayı, seçimde parti için çalışmayı, toplu etkinliklere katılmayı, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına ilgi göstermeyi ve aktif siyasete katılmayı” ya “nadiren” gerçekleştiriyor ya da “hiç” gerçekleştirmiyor (TÜSİAD 2001: 202).     6.1. Oy Kullanma Gerekçeleri   Seçimlerde “niçin oy kullandıkları” sorulan seçmenlerden yüzde 54’ü “ülkenin geleceğinde etkili olabileceğime inandığım için oy kullanırım”  cevabını vermektedir. Yani oy kullanan seçmenlerin yarıdan fazlası kullandığı oyun siyasal iktidarı değiştirecek güçte olduğunun farkındadır.   Araştırma sonuçlarına göre, seçmenlerin yüzde 20’si “etkili olmasam da belki bir şeyler değişir” diye oy kullanırken, yüzde 25 gibi büyük bir seçmen kitlesi ise “yasal zorunluluk” nedeniyle oy kullanmaktadır. Her dört kişiden birinin sadece ceza almamak için oy kullanması da üzerinde düşünülmesi gereken bir sonuçtur. Yine araştırma sonuçlarına göre, Türk seçmeninin yüzde 63’ü “desteklediği partinin iktidara gelmesi için” oy kullanmaktadır. Seçmenlerin yüzde 34’ü ise “diğer partileri daha kötü bulduğu için” oy verdiğini, yani kendisine göre “kötünün iyisini” tercih ettiğini söylemektedir. Bu sonuç her üç kişiden birinin, kendi düşüncesini temsil eden bir siyasal parti bulamadığını göstermektedir (TÜSİAD 2001: 210).   Araştırma sonuçları, Türk seçmeninin “oy verme önceliğini” de ortaya koymaktadır. Türk seçmeni öncelikle “parti programı siyasal görüşüyle uyuştuğu için” oy kullanmaktadır. Daha sonra oy kullanmada önceliği lidere duyulan güven ve inanç almakta, onu da partinin seçimlerdeki adayları ve yakın çevrenin parti tercihi izlemektedir.     6.2. Temel Tutum Ve Eğilimleri     TÜSİAD’ın araştırmasına göre,  Türk seçmenlerinin yarıya yakını “parti içi demokrasinin sağlanmasında” önceliği siyasi partiler yasasında yapılacak düzenlemelere vermektedir. Seçmenlerin yüzde 45’i de çözümü öncelikle partilerin “iç dinamiğinde” aramaktadır. Seçmenlerin yüzde 48’i milletvekili adayları belirlenirken tümünün de parti üyeleri tarafından belirlenmesini istemektedir. Seçmenlerin yaklaşık yüzde 85’i, oy verdikleri partilerin milletvekili adaylarını tanımayı önemli bulmaktadır. Seçmenlerin yüzde 55’i “çok fazla siyasal partinin” olmasına karşı çıkarken, uzlaşabilen farklı siyasal görüşlere sahip seçmenlerin aynı partiye oy verebilmesi gerektiğini düşünmektedir. Seçmenlerin yüzde 43’ü ise, her siyasal görüşün ayrı partisinin olması gerektiğine inanmaktadır (TÜSİAD 2001: 215).   Türk seçmeninin siyasal etkinlik düzeyi, gelişen kitle iletişim araçlarının da katkısıyla eskiye oranla her geçen gün daha da yükselmektedir. Türk seçmeni,  gözü kapalı oy vermek yerine, oy verdiği siyasal adayı yakından tanımak istemektedir. Bu da oldukça olumlu bir gelişme olarak kaydedilmelidir. Türk seçmeni, demokrasimizin gelişmesinde bir engel olarak gösterilen seçim kanunu ile siyasal partiler kanununun da değişmesini istemektedir. Demokrasi kültürümüzün gelişmesine katkı yapacak bu taleplerin seçmenden gelmesi, halkın büyük çoğunluğunun daha demokratik bir Türkiye istediğinin de göstergesi olarak değerlendirilmelidir.     7. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında seçmen araştırması                  Türkiye’de seçmenlere yönelik yapılan araştırmaların kısıtlılığının yanı sıra, hemen seçim sonrasında seçmenlerin tutumlarını ölçmek üzere yapılan araştırmaların sayısı da oldukça azdır. Bu araştırmalardan biri, Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinin hemen ertesinde yapılmış, seçmen profilindeki değişimler ölçülmeye çalışılmıştır (www.referansgazetesi.com/18.08.2007).   Yılmaz Esmer’in seçim sonrası seçmenlere yönelik yaptığı araştırmanın en ilginç sonuçlarından biri, seçmenin siyasal ilgisinin 22 Temmuz 2007 seçimlerinde oldukça düşük düzeyde kalmasıdır. Özellikle oyunu artırarak yeniden iktidara gelen AKP seçmeninin bu konuda CHP ve MHP'nin de gerisinde kalması dikkat çekicidir. AKP’nin tabanının oy verme dışında siyasal katılımda bulunmadığı görülmektedir. Seçmenlerin dörtte birinin Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne tam üye sanması, buna karşılık "Oyunuzun bir işe yaradığını düşünüyor musunuz?" sorusuna olumlu cevap verenlerin oranının artması da araştırmanın ilginç sonuçlarından birini oluşturmaktadır.   “22 Temmuz Seçimleri Sonrası Seçmen Davranışı ve Tercihleri” başlıklı çalışmada seçim kampanyaları sürecinin seçmen tarafından ne kadar yakından izlendiği de araştırıldı. “Bu seçim kampanyasını ne kadar yakından izlediniz?” sorusuna seçmenlerin verdikleri cevapların dağılımı şöyle gerçekleşti:  Çok yakından izleyenler yüzde 23, biraz yakından izledim diyenler yüzde 41, pek yakından izlemedim diyenler yüzde 23, hiç izlemeyenlerin oranı ise yüzde 13 (www.referansgazetesi.com/18.08.2007).   Bu sonuçlar, Türk seçmeninin siyasete büyük oranda oy vererek katıldığını, siyasetin diğer katılım kanallarına gerekli ilgiyi göstermediğini ortaya koymaktadır. Bu sonuçlar aynı zamanda seçmenin siyaset kurumuna olan güvensizliğinin arttığına işaret olarak da değerlendirilmelidir. Son beş yıl içinde, bir fikrini, dileğini ya da görüşünü bildirmek için bir politikacı veya herhangi bir yetkili ile doğrudan temas eden veya yazılı olarak görüşlerini iletenlerin oranının yüzde 8’de kalması da bu güvensizliğin göstergesi olarak görülmelidir.   Yılmaz Esmer’in 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında yaptığı araştırmadan çıkan bir başka çarpıcı sonuç da son seçimlerde, herhangi bir aday veya partinin seçim kampanyasına katılan veya destek verenlerin oranının yüzde 6 olarak çıkmasıdır. Araştırma sonuçlarına göre siyasal ilgi ve katılım düzeyleri bakımından, partilerin seçmen tabanları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır.  AKP seçmeninin MHP ve CHP seçmenine göre, siyasete ilgi ve katılım düzeyinin çok düşük olduğu görülmektedir. Son 5 yıl içinde bir politikacı ya da devlet görevlisine görüş/dilek/şikayet ileten CHP’lilerin oranı MHP’lilerin iki katı kadarken, gösteri ya da yürüyüşe katılan CHP’lilerin oranı AKP’lilerin 12 katını aşmaktadır. Bu sonuçlar, AKP seçmeninin oy verme dışındaki diğer siyasal katılım kanallarını çok seyrek kullandıklarını ortaya koymaktadır.   Araştırmanın önemli bir diğer sonucunu da seçmenin verdiği oy ile siyasal sistemi ne kadar etkilediğine olan inancı oluşturuyor. Araştırma sonucuna göre Türk seçmeninin, hem kendi oyunun, hem de hükümette kimin bulunduğunun  bir fark oluşturacağı konusunda geçmişe göre bugün çok daha iyimser bir tablo çizdiği görülüyor. “Benim kime oy verdiğim, her konuda önemli fark oluşturabilir” diyenlerin oranı 1999’da yüzde 14 iken, bu oranın 2002’de yüzde 30’a, 2007’de ise yüzde 38’e yükselmesi dikkat çekiyor. “Kimin hükümette olduğu her konuda fark oluşturabilir” diyenlerin oranı da 2002’de yüzde 21 iken, 2007’de yüzde 38’e çıkıyor. AKP seçmenleri arasında “benim oyum her şeyi değiştirebilir” diyenlerin oranı yüzde 49 olurken, bu oran MHP’de yüzde 35, CHP ise yüzde 29 olarak tespit ediliyor.   “Hükümette kimin bulunduğunun önemli olup olmadığı” ile ilgili sorunun sonuçları da  benzer özellikler taşıyor. AKP seçmeninin yüzde 41’i hükümette kimin olduğunun önemli olduğunu ve bu unsurun her şeyi değiştirebileceğini söylerken, CHP seçmenin yalnızca yüzde 22’si hükümette kimin olduğunun önemli olduğuna işaret ediyor. Özellikle CHP seçmeninde gözlenen “iktidara kim gelirse gelsin fark eden bir şey olmayacak” şeklindeki yaklaşımı, geçmiş iktidarlar döneminde partilerin hep birbirine benzer icraatlara imza atması ve sorunların yıllar boyunca çözülmeden bugünlere kadar gelmesine karşı gösterilen bir tepki olarak değerlendirmek gerekiyor (www.referansgazetesi.com/18.08.2007).       8.Sonuç     “Oy verme davranışı” araştırmalarının satır aralarında ortaya çıkan çok önemli bir gerçek var: Türkiye’de seçmenler siyasete olan ilgilerini giderek kaybediyorlar ve siyaset kurumuna yönelik güven duygularında önemli oranda azalma gözleniyor.   Kuşkusuz bu sorun, siyasal partilerin faaliyetlerini, politikalarını ve gelecek vizyonlarını doğrudan etkileyecek bir konudur. Bu nedenle öncelikle seçmenlerin Türk siyaset hayatına yönelik olumsuz görüş ve düşüncelerinin ortadan kaldırılması, güvensizlik ortamının giderilmesi, seçmenlerin siyasal bilgi ve ilgisinin artırılması gerekmektedir. Seçimlerde oy vermeyi, siyasal katılım için yeterli görmek imkansızdır. Seçmenlerin oy verirken doğru karar verebilmeleri, milli iradenin tecellisi açısından da büyük önem taşımaktadır. Doğru ve sağlıklı kararlar verebilmek için de yeterli düzeyde enformasyona ihtiyaç vardır. Güvenilir siyasal bilgi kaynaklarının artması, seçmenin siyasete ilgisinin artmasına, oy verirken daha fazla seçenek içinden seçim yapmasına imkan tanıyacaktır.   Bu konuda en büyük görev siyaset kurumunun temel taşı niteliğindeki siyasal partilere düşmektedir. Siyasal partilerin seçim dönemlerinde oylarını istedikleri seçmenlerin bilinçlenmelerine yönelik yapacakları faaliyetler aynı zamanda ülkemizin siyasal kültürüne ve demokratik hayatına da önemli katkılar sunacaktır.   Türkiye’de seçmenlerin oy verme davranışlarına yönelik olarak yapılan araştırmalardan çıkan sonuçları şu başlıklar altında toplayabiliriz:   - Türk seçmeni siyasal katılım kanalı olarak en çok “oy verme” işlemini kullanıyor. Yani oy vererek yurttaşlık görevini yaptığına inanıyor.   - Türk seçmeni medyada yer alan siyasi haberleri yakından izliyor. Özellikle seçim dönemlerinde oy verme davranışına medyada yer alan haberler doğrudan etki ediyor.   - Türk seçmeni siyasal arenada aktif bir rol almak yerine, saha kenarından seyretmeyi daha çok seviyor. (Siyasal parti çalışmalarına gönüllü olarak katılmak veya diğer siyasal etkinliklerde yer almak gibi faaliyetler Türk seçmeninin çok azı tarafından yapılıyor.)   - Seçmenlerin yarıdan fazlası, oyu ile ülkenin geleceğinde etkili olabileceğine inanıyor. Her dört seçmenden birinin “ceza almamak” için oy kullanması ise dikkat çekiyor. Bu oranın fazlalığı, siyasete karşı ilgisiz ve duyarsız önemli bir kitlenin varlığına işaret ediyor.   - Her üç seçmenden biri, kendi düşüncesini temsil eden, tam istediği gibi bir parti bulamamaktan yakınıyor. Her dört seçmenden üçü ise “desteklediği partinin iktidara gelmesi için” oy kullanıyor.   - Türk seçmeninin “oy verme önceliğinde” parti programının siyasal görüşüyle uyuşması birinci sırada yer alıyor. Bunu, lidere duyulan güven ve inanç, partinin seçimlerdeki adayları ve yakın çevrenin parti tercihi gibi etkenler izliyor.   - Seçmenler oy verirken hükümetin ekonomik performansını da göz önünde bulunduruyorlar. Seçmenler oylarının yönünü belirlerken özellikle hükümetin son bir yılını göz önüne alıyorlar.   - Seçmenler bir önceki seçimde oy verdikleri partiye yeniden oy verme eğilimi de gösteriyorlar. Ama bu desteklerinin sürekliliği bulunmuyor, desteklerini geri çektikleri de gözleniyor.   - Seçmenler seçimlerde gözü kapalı oy vermek yerine destekleyecekleri adayları yakından tanımak istiyorlar.   Türkiye’de seçmenlere yönelik olarak daha fazla araştırma yapılması ihtiyacı açıktır. Seçmenlerin oy verme davranışının tüm boyutlarıyla analiz edilmesi, ortaya konulması, siyasal partilerimizin hedef kitlelerine doğru stratejilerle ulaşmasını sağlayacağı gibi, onları seçmeni tanımadan yapılan iletişim çalışmalarının getireceği ağır yükten de kurtaracaktır.   Siyasal iletişim faaliyetlerinin özü doğru ve sağlıklı bilgiye dayanmaktadır. Ki, bu bilgi üzerine strateji kurulmakta, yol haritası hazırlanmaktadır. Seçmenlere yönelik olarak geliştirilen siyasal iletişim stratejilerinde en önemli verileri, oy kullanma davranış ve tutumları oluşturmaktadır. Bunlar bilinmeden geliştirilecek siyasal iletişim stratejilerinden beklenilen başarıyı elde etmek mümkün olmayacaktır.   Bu nedenle seçmenler üzerine yapılan bilimsel araştırmaların ülkemizde sayısının artması, seçmen davranışlarının tüm boyutlarıyla ortaya konulması gereklidir. Bu araştırmaların siyasi partilerin ve siyasi iktidarın yanı sıra sivil toplum örgütleri tarafından da yapılması daha sağlıklı sonuçlar alınması açısından önemlidir.         Kaynakça:     Akgün, Birol (1999). "Türkiye’de Seçmen Davranışının Ekonomi Politik’i Üzerine Bir Model Denemesi"  http://www.liberaldt.org.tr/ldd/m14/DDbiak.htm   Almond, Gabriel (1974). Comparative Politics Today: A World View, Boston: Little, Brown and Co   Campbell, Angus (1960). The American Voter. New York: John Wiley   Çukurçayır, M. Akif  (2000). Siyasal Katılma ve Yerel Demokrasi. Ankara: Yargı Yayınevi   www. erc.metu.edu.tr   Gerald Pomper (1992).  Voters And Parties.  New Brunswick,: Transaction Publishers   Goodhart, Charles (1970). “Political Studies” Political Economy. London: Gallup   Harrop, Martin ve Miller, William (1987). Election And Voters A comparative Introduction. London: Mcmillan   Kalender, Ahmet (2000). Siyasal İletişim: Seçmenler Ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi Kitabevi   Kramer, Gerald (1971). "Shortterm Fluctautions İn US Voting Behavior: 1896/ 1964”, American Political Science Review.   Kiwit, Roderick ve Douglas, Rivers (1985).  "A Retrospective On Retrospective Voting. In Economic Conditions And Electoral Outcomes". New York   Kışlalı, Ahmet Taner (1987). Siyaset Bilimi. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları   Lıpset, Barton ve Lazarsfeld, Linz (1954). “The Psyhology Of Voting: An Analysis Of Political Behaviour”, Handbook Of Social Psychology. Cambridge: Addison Wesley Publishing Co.   Oktay, Mahmut (1993). “Demokratik Sürecin Sağlıklı İşleyişi Açısından Siyasal İletişimde Sosyal Sorumluluk Meselesi” Marmara Üniversitesi İletişim Dergisi Sayı:2, İstanbul: İletişim Fakültesi Yayınları   Özgür, Bahadır (2007).  “AK Partili siyasal katılıma uzak CHP'li 'kim gelse farketmez'ci” (www.referansgazetesi.com/18.08.2007)   Sarıbay, Ali Yaşar (1992).  Siyasal Sosyoloji. Ankara: Gündoğan Yayınları   Seçim sistemleri ve Siyasal Parti Araştırması (2001). İstanbul: TÜSİAD Yayınları, Rapor No: 312,   Tokgöz, Oya (1979). Siyasal Haberleşme ve Kadın. Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını   Turan, İlter (1977). Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış. İstanbul: İktisat Fakültesi Yayınları   Turan, İlter (2000). “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”. Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme (Der: Ersin Kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay) İstanbul: Alfa Yayınları
Ekleme Tarihi: 27 Haziran 2021 - Pazar
Cüneyt Diler

Oy Verme Davranışı ve Siyasal İletişim

Siyasal İletişim Perspektifinden Türkiye Seçmeninin Oy Kullanma Davranışlarının İncelenmesi

 

Özet

 

Seçmen davranışını bilmek ve doğru analiz etmek siyasal partilerin başarısı için büyük önem taşımaktadır. Seçmen davranışı bilinmeden yapılan siyasi faaliyetlerin istenilen başarıyı elde edememesi hiç de şaşırtıcı değildir. Bu makalede Türkiye’de seçmenlerin oy verme davranışı üzerine yapılan az sayıdaki araştırmadan yola çıkılarak, seçmenlerin siyasal katılım, siyasal bilgi ve siyasal tutumları detaylı bir şekilde incelenmiş, oy verirken hangi önceliklere önem verdikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Siyasal İletişim Yönetimi bağlamında incelenen Türk seçmeninin oy verme davranışının kendine özgü yanları da bu makalede ele alınmıştır.

 

Anahtar Sözcükler: Siyasal Katılım, Seçmen Davranışı, Siyasal İletişim

 

 

Abstract

 

Knowing the attitude of electors and analyzing it correctly is decisively important for the success of political parties. Failure of those political activities which are attempted to be done without knowledge of elector attitudes is not suprising. In this article, by the guidance of the few researchs about elector attitudes, we analyzed the political participation, political information and behaviours of electors and tried to find which priorities they give weight to. Also specific voting attitudes of Turkish electors which are analyzed by context of Political Communication Management are also been discussed in this article.

 

Keywords: Political Participation, Behaviours of Electors, Political Communication

 

 

  1. Giriş

 

Türkiye’de siyasetin en önemli konularının başında “seçmen davranışı” gelmektedir. Çünkü seçmen davranışı iyi analiz edildiği takdirde siyaset yapan partilere iktidar yolunu açabilecek bir role sahiptir. Her parti seçmenlerin politikalarına nasıl baktıklarını bilmek ister; beğenilen politikaların sürdürülmesi, tepki gören, beğenilmeyen politikaların ise değiştirilmesi seçmenin ikna edilmesi için gereklidir.

 

Siyaset kurumu için böylesine önemli bir role sahip olan seçmen davranışı üzerine ülkemizde ne yazık ki yeterli düzeyde araştırma yapılmamış, seçmen davranışlarının en çok hangi unsurlardan etkilendiği tüm detaylarıyla ortaya konulmamıştır. Son yıllarda yapılan az sayıda araştırma, Türk seçmenindeki değişim ve dönüşümlerin yönünü sağlıklı bir şekilde izlemek için yetersiz kalmaktadır. Seçim sonrası yapılan daha az sayıdaki seçmen davranışı ve analizi araştırmalarının da mutlaka sayısının arttırılması, Türk seçmeninin daha yakından tanınması için zorunluluk olarak görülmelidir.

 

Bu makalede az sayıdaki seçmen davranışı araştırmalarının sonuçları kullanılarak, Türk seçmeninin oy verme davranışı ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya çalışılmış, seçmenin oy verirken hangi konuları öncelediğine dikkat çekilerek Türk seçmeninin “kendine özgü” özelliklerine siyasal iletişim yönetimi perspektifinden vurgu yapılmaya çalışılmıştır. Makalede ayrıca  22 Temmuz 2007 genel seçimleri sonrasında yapılan “seçmen davranışı ve analizi” araştırmasının sonuçlarıyla da Türk seçmeninin siyasal bilgi, algı ve katılım profili ortaya konulmaya gayret edilmiştir.

 

 

2. Siyasal Katılım ve Seçimler   

 

           Halkın kendini yönetecek kişileri seçmesi klasik demokrasi anlayışının temelini oluşturmaktadır.  Halk, egemenlik hakkını kullanıp temsili demokrasinin gereği olarak genel ve eşit oyla temsilcilerini seçmektedir. Klasik demokrasi anlayışından ayrı olarak bir de “katılımcı demokrasi yaklaşımı” bulunmaktadır. Doğrudan demokrasi araçlarını içeren katılımcı demokrasi anlayışında ise halkın çeşitli yollardan siyasete en geniş anlamda katılması esastır. Katılımcı demokrasinin özünde herkesi bağlayan ve ilgilendiren karar süreçlerine halkın katılımı vardır. Siyasal katılma, bu noktada demokrasi kavramıyla özdeşleştirilen anahtar bir kavram haline gelmektedir. Demokrasiyi üstün kılan, halkın siyasal sisteme katılımı ve denetimi olmaktadır. Katılım, bütün siyasal konularla ilişkilidir. Katılımın amacı, siyaseti ve yönetimi etkilemektir (Çukurçayır 2000: 13).

 

Katılımcı demokraside, bireylere kendileriyle ilgili kararlara katılabilme imkanı tanınmaktadır. Bu özellik de, katılımcı demokrasiyi temsili demokrasiden ayıran en temel nitelik olarak öne çıkmaktadır (Sarıbay 1992: 91).

 

Demokrasinin temel değerleri olan halk egemenliği, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar da siyasal katılma olgusuyla yakından ilgilidir. Özgürlük, siyasal düşüncenin merkezinde yer almaktadır. Katılma davranışı, demokraside bireyin kendini gerçekleştirmesi ve özgürlüğünü korumasının da bir aracıdır. Özgürlük her şeyden önce, egemen devlet karşısında ya da birey üzerinde egemenlik kurmak isteyen oluşumlar karşısında özgür davranabilmektir. Bireysel özgürlük, bireyin devlet kurumları karşısında korunması değil, aynı zamanda bireyin devlet etkinliklerine katılması ve oluşumuna katkıda bulunmasıdır. Katılım, bireysel özgürlüğün güçlenmesini sağlayan önemli bir araçtır. Birey siyasal katılımla, siyasal erk karşısında güçsüz ve çaresiz olmadığının bilincine varmaktadır. 

 

Demokrasinin temel değerlerinden olan eşitlik ilkesi, demokratik toplumun meşruluk olanakları ve hukuksallık niteliğiyle yakından ilgilidir. Bu nedenle siyasal katılım, halk egemenliği ilkesini hayata geçiren ve eşitliği sağlayan bir araç olarak görülmektedir. Eşitlik ilkesiyle farklı toplumsal kesimler siyasal yaşama eşit bir biçimde katılma imkanı bulabilmektedirler. Demokrasi de gücünü bu eşitlik ilkesinden almaktadır.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                  

Halk egemenliği, demokrasilerde siyasal gücün kaynağını oluşturmaktadır.  Halkın temsilciler seçmesi, bu egemenliğinden vazgeçmesi anlamına gelmemektedir. Ancak katılım, halk egemenliğinin somutlaştırılması bakımından ayrı bir değer taşımaktadır.  Bu egemenlik, belli bir sınıfın, ırkın ya da toplumsal hareketin egemenliği değildir. Bireylerin, kamusal amaçların belirlenmesi ve gerçekleştirilmesi sürecine katılabilmesi, egemenliğin olabildiğince tek tek bireylerce kullanılması, belli bir toplumsal tabakanın ya da çıkar grubunun egemenlik kurma tehlikesini önlemektedir (Çukurçayır 2000:15).

 

Siyasal katılmayı “siyasal bir davranış gösterisi” olarak tanımlayan Oya Tokgöz, siyasal katılmanın ayrıca bir karar verme işlemini de içerdiğini  ifade etmektedir. Siyasal katılmanın, bir davranış gösterisi olarak insan davranışlarının tabi olduğu genel düzene uygun olarak işlediğine vurgu yapan Tokgöz, insanın genel olarak davranışlarının taşıdığı özelliklerin, siyasal davranışlar için de söz konusu olduğunu belirtmektedir (15).

 

Siyaset bilimciler siyasal katılma biçimlerini "alışılagelmiş" ve "olağandışı" olmak üzere iki grupta toplamaktadır (Almond 1974: 59).

 

Alışılagelmiş siyasal katılma biçimlerinde akla ilk olarak "oy kullanma" gelmektedir. Demokrasilerde seçimlerde kullanılan oy, hangi siyasal partinin iktidara geleceğini belirlediği gibi, iktidar olan partiden neler beklendiğinin de ipuçlarını vermektedir. Yüksek düzeyde katılmayı içeren alışılagelmiş katılma biçimlerinden biri de seçim kampanyalarıdır. Sadece seçim dönemlerine mahsus olmakla birlikte, siyasi partilerin seçim faaliyetlerine emek ve maddi açıdan katılımlar yoğun olmaktadır. Siyasetle ilgilenmek, siyaset konuşmak ve tartışmak da yaygın ve sürekli katılım biçimlerinin başında gelmektedir. Siyasetle ilgilenmek kendi başına siyasal sistemin çıktılarını etkilemeye yeterli olmasa da, daha yoğun biçimlerde katılım için önemli bir yol açmaktadır (Turan 1977: 70).

 

Alışılagelmiş siyasal katılma biçimlerinden ayrı olarak bir de "olağandışı" siyasal katılma biçimleri vardır. Bireyleri, olağandışı siyasal katılıma zorlayan sebepler arasında, " siyasal sistemden beklenilenlerin gerçekleşmemesi, sistemin başarısızlığı, toplum katlarının isteklerinin bağdaştırılmayacak kadar zıtlaşması, belirli toplulukların kendini sistemden yabancılaşmış görmesi ya da olağan yollardan siyasete katılmayı becerememek" sayılabilir. Siyasal katılmanın olağandışı yolları, olağan yolları bilmeyen ya da yeterli bulmayan çeşitli topluluklarca kullanılmaktadır. Olağandışı siyasal katılma biçiminin başında bildiri yayınlamak, gösteri yürüyüşü yapmak, miting düzenlemek gelmektedir (Turan 1977: 72).

 

Siyasal katılma konusunda iki zıt düşüncenin öne sürüldüğünü belirten Mahmut Oktay, bu görüşlerden birinin; “halkın katılımını seçim dönemlerine indirgeyen ve politikanın uzman siyasal kadrolar tarafından yürütülmesi gereken bir iş olduğunu ve halkın görevinin sadece seçimden seçime oy kullanarak yönetici kadrolardan birini  seçmek ve programlarını meşrulaştırmak” olduğunu belirtmektedir. Bu ‘elitist’ görüşün karşısında ise ‘katılımcı demokrasi’ taraftarları yer almaktadır. Bu görüşü savunanlar, “dar bir siyaset ve kadrolaşma fikrine karşı çıkmakta, siyasal hayatın sokaktaki adamı da içine alacak şekilde genişlemesi ve kitlelerin, sosyal hayatın tüm aşamalarında kendilerini ilgilendiren kararlara katılmaları” görüşünü savunmaktadırlar (81).

 

Halkın kendisini ilgilendiren kararlara katılması ve idareyi denetleyebilmesi ise ancak, siyasal kadroların vatandaşlarla sağlıklı bir iletişim içinde olması,  icraatları ve yapacakları çalışmalar konusunda doğru bilgiler iletmesiyle mümkündür. Seçim dönemlerinde en üst düzeye çıkan bu siyasal iletişim kanalı, dürüst ve açık olduğu, gerçek bir denetime yönelik şeffaflık sağladığı ölçüde, seçmenlerin akılcı ve doğru kararlar vermelerine yardımcı olacaktır. Açıklık ve şeffaflık demokrasilerde büyük önem taşımaktadır. İnsanlar her şeyi açıkça anlayabilme zemini bulabilirlerse, daha iyi denetleme imkanına kavuşacaklardır.

 

Siyasal katılma aracı olan seçimler, aynı zamanda siyasal iletişimin yoğun olarak kullanıldığı bir alandır. Seçimler  amaç  değil sadece bir “araç”tır ve halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve onlara karşı sorumluluk duygusuyla hesap verebilecek kadroları işbaşına getirebildiği ölçüde gerçek bir demokrasinin ölçüsü olarak kabul edilmektedir. Seçimlerin hür olması kadar seçim döneminde seçmenlerin kanaatlerinin oluşma ortamının da hür olması zorunludur. 

 

 

3. Siyasal İletişim ve Seçmen Davranışı

 

 

Demokratik rejimlerde seçimlerin milli iradeyi temsil eden siyasal iktidarı belirlediği gerçeği göz önüne alındığında seçmen davranışının önemi daha iyi anlaşılacaktır.

 

           Oyunu kullanmak için sandık başına giden seçmen, şu dört unsurun biri veya birkaçını göz önüne alarak oyunu kullanmaktadır: “Güvenlik isteği”, “saygınlık isteği”, “duygusal bağlılık” ve “dinsel/siyasal inançlar” (Kışlalı 1987: 363).

 

Güvenlik isteği kişileri “istikrar arayışına” itmektedir.  Düşük ama düzenli bir gelire sahip kişiler, mevcut siyasal iktidarın devamı yönünde oy kullanmaktadırlar. Bu tür seçmen grupları, gelirini artıracak, daha iyi koşullar sağlayabilecek partilere seçimlerde pek itibar etmemektedir. Onlar risk almak yerine, ellerindekini koruma yönünde hareket etmektedir.

 

Toplumda yeterince saygı görmediğine, kendilerine ayrım uygulandığına inanan kesimler ise oy verirken, “güvenlik isteği” ile hareket eden seçmenlerin aksine, “değişimden” yana oy kullanmayı tercih etmektedirler. Çünkü onların mevcut siyasal iktidardan bir memnuniyetsizliği bulunmakta ve belki alternatif bir siyasal partinin iktidarında ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulma şansları olduğunu düşünmektedirler.

 

Bir partiye veya onun liderine duyulan “duygusal bağlılık” da oy verme davranışı üzerinde etkili olmaktadır. Zaman içinde duygusal olarak bağlanılan siyasal parti, kişinin görüşlerine aykırı tutumlar sergilese de duygusal bağlılığın derinliği kişiyi yine bu partiye oy vermeye sevk edebilmektedir.

 

Dini veya siyasi inançlar da, tıpkı duygusal bağlılık gibi, kişilerin oy verme davranışı üzerinde etkili olabilmektedir. Kişiler, maddi çıkarlarının ötesinde bir partiye yakınlık duyabilmektedirler. Aynı inancı paylaştığı, aynı düşünceyi savunduğu insanlarla birlikte olmayı isteyen kişiler, seçimlerde de oy verirken bu duyguyla hareket etmektedirler (Kışlalı 1987: 365).

 

            Oylarıyla siyasi iktidarı belirleyecek olan seçmenleri sandık başına götüren ya da oy vermekten vazgeçiren hangi etkenlerdir? Bu sorunun cevabını siyaset bilimciler şöyle vermektedir (Lıpset ve Lazarsfeld 1954:362) :

 

- Hükümetin izlediği siyaset bir toplumsal grubun çıkarlarını ne kadar yakından etkiliyorsa, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi o kadar artmaktadır. Bu konuda kamu görevlileri örnek gösterilebilir. Çünkü iktidara gelenler, bir bakıma kamu görevlilerinin işvereni olmaktadır.

 

- Hükümet kararlarının kendisiyle ilgili sonuçları konusunda bir toplum kesimi ne kadar çok bilgi sahibiyse, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi de o kadar artmaktadır.

 

- Bir toplum kesimi üzerinde, siyasal katılım yönündeki baskılar ne kadar fazlaysa, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi de o kadar artmaktadır. Ama bu baskıların birey üzerindeki etkisi, bireyin üyesi olduğu toplum kesimiyle olan ilişkilerinin yoğunluğuna bağlı olmaktadır.

 

- Grup üzerindeki baskılar aynı yönde olduğunda siyasal katılma eğilimi ve oy verme davranışı artarken, zıt yönlerde olduğunda ise katılım eğilimi azalmaktadır.

 

              Oy verme davranışını etkileyen faktörlerin yanında bir de verilen oyun “yönünü” belirleyen değişkenler bulunmaktadır. Oyun yönünü belirleyen etkenler ise şöyle sıralanmaktadır (Lıpset ve Lazarsfeld 1954:364) :

 

- Tarıma dayalı yarı kapalı geleneksel toplumdan, endüstriye dayalı açık çağdaş topluma geçildikçe, oy vermedeki yöresel ve bölgesel etkiler azalmakta, toplumsal sınıfların etkisi artmaktadır. Bu yeni toplumsal ilişkiler içinde kişinin yükselme imkanları ne kadar çoksa, tutucu eğilimler o ölçüde güçlenmektedir. Kişinin içinde bulunduğu koşulları iyileştirme umutlarının azlığı ölçüsünde ise düzen değişikliği istekleri gündeme gelmektedir. Aynı şekilde toplumdaki eşitsizlikler arttıkça, siyasal katılma düzeyi de yükselmektedir.

 

- Sanayileşmenin ilk aşamalarında kitleler hayat şartlarının iyileşmesinden etkilenip tutuculaşabilmektedirler. Ama zamanla kendi koşulları ile diğer toplum kesimlerinin koşullarının karşılaştırılması önem kazanmaktadır. Kendi koşulları iyileşirken başkalarının koşulları çok daha hızlı iyileşiyorsa, bu durum hoşnutsuzluk oluşturabilmektedir.

 

- Gecekondu bölgeleri ile az gelişmiş yörelerin seçmenleri genellikle mevcut düzenin devamı yönünde oy kullanırken, sanayileşmiş ve kentleşmiş yerlerin seçmenleri, eğer mevcut düzenden memnun değilseler, alternatif siyasi partilere daha kolay yönelebilmektedirler.

 

- Güncel siyasi gelişmeler, özellikle kararsız seçmenlerin üzerinde etkili olmaktadır. Örneğin şiddet olaylarının artmasının oluşturduğu korku, arayış içinde olanları istikrara, güçlü görünene doğru yöneltmektedir.

 

 

4. Oy Verme Davranışına Yönelik Çeşitli Yaklaşımlar

 

 

            "Oy verme davranışı" üzerine geliştirilen yaklaşımlar üç ana grupta toplanmaktadır: Sosyolojik, Psikolojik ve Rasyonel Tercih yaklaşımı (Harrop ve Miller 1987: 130). Oy verme davranışını detaylı bir şekilde analiz edebilmek için bu üç yaklaşıma daha yakından bakmak gerekmektedir.

 

4.1. Sosyolojik Yaklaşım

 

           Seçmen tercihine sosyolojik açıdan yaklaşanlar, ekonomik ve psikolojik yaklaşımın özellikle vurguladığı bireyselciliği reddederek grup temelleri konusuna eğilmektedir. Sosyolojik yaklaşımda kişilerin tutum ve değer sistemleri oy verme davranışında önem arz etmemekte, bu yaklaşımda daha çok din, sosyo-ekonomik statü, yaşanılan coğrafya parçası ve mensup olunan grup gibi faktörler ön plana çıkmaktadır. Sosyolojik yaklaşımın temel konusunu seçmenler değil, gruplar ve partiler oluşturmaktadır. Sosyolojik yaklaşım "niçin oy veriyorlar?" sorusuna cevap aramaktadır (Harrop ve Miller 1987: 157)

 

          Grupların başlıca özelliklerinden birisi normlarının bulunması ve bunlara uyulmadığı takdirde üyelerinin çeşitli şekilde cezalandırılmasıdır. Bu nedenle birey oy verme davranışında grup normlarına ters düşmemek ve belirtilen cezai müeyyidelerle karşılaşmamak için çaba harcamaktadır. İşte sosyolojik yaklaşımın belli başlı varsayımlarından birini bu yaklaşım oluşturmaktadır ve "niçin" sorusuna böyle bir genellemeyle cevap verilmektedir (Kalender 2000:52).

 

Türkiye’de de geçmiş dönemlerde yapılan seçimlerde seçmenin sosyolojik yaklaşıma uyan tercihlerde bulunduğu görülmektedir. Örneğin, Önce Adalet Partisi, sonra da onun devamı olan Doğru Yol Partisi, genellikle Anadolu’nun kırsal yörelerinde yaşayan seçmenlerden oy almıştır. Hatta DYP geleneği için  "köylü partisi" tanımlaması bile yapılmıştır. DYP’nin eski  Genel Başkanlarından, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevleri de yapan Süleyman Demirel’in "benim köylüm!, "benim çiftçim!.." diye başlayan sözleri, siyasi tarihimizde müstesna bir yere sahiptir. (DYP, 2007 seçimleri öncesinde ANAVATAN Partisi ile birleşerek Demokrat Parti ismini almıştır. Daha sonra iki partinin birleşme projesi gerçekleşmemiş, Demokrat Parti 22 Temmuz 2007 seçimlerine tek başına girmiştir. Parti halen faaliyetlerine DP ismi altında devam etmektedir.)

 

Ayrıca Milli Nizam, Milli Selamet, Refah Partisi, sonra da Fazilet Partisi ve Saadet Partisi geleneğinden gelen "Milli Görüş" zihniyetinin de muhafazakar ve dindar seçmenlerin oyunu alması, sosyolojik yaklaşımın bir diğer örneğini oluşturmaktadır.

 

4.2.  Psikolojik Yaklaşım

 

Seçmen davranışını psikolojik açıdan ele alan siyaset bilimciler bu modeli "partiyle özdeşleşme modeli" olarak da tarif etmektedirler. Modelin özü, seçmenin bir partiye duyduğu sevgi ve bağlılığı ifade etmektedir. Bu bağlılık, bir taraftarın futbol takımı tutması gibi de değerlendirilmektedir. Bireyin partisiyle özdeşleşmesi için herhangi hukuki bir bağının bulunması da şart değildir.

 

Partiyle özdeşleşme modeli iki temel yeniliği de beraberinde getirmektedir: Bunlardan birincisi, ahlaki vaazlardan çok davranışla ilgili kuralları sunması; ikincisi de, sosyolojik yorumu reddetmesidir (Pomper 1992: 114).

 

Partiyle özdeşleşme modelini ortaya koyan siyaset bilimcilerin temel varsayımı, seçmenin partizan tercihlerinin, bir psikolojik güçler sahasını kapsayan unsurların yönü ve gücüne bağlı olduğudur. Tutumların yönü ve yoğunluğunun ölçülmesi, çoğu seçmen davranışını hesap etmede kullanılabilmektedir. Partiyle özdeşleşme modelini benimseyen siyaset bilimciler, adaylar, konular, grup etkileri gibi unsurlar üzerine eğilmişler ve psikolojik güçleri modellerinde temel olarak almışlardır. Bu psikolojik güçler içerisinde ise tutumlar merkezi bir rol oynamaktadır. Özellikle tutumların yoğunluğu, bazı insanların niçin oy verdiğini, diğerlerinin ise niçin vermediğini açıklamada yardımcı olmaktadır. Oy veren için tutumun ahengi, bir kişinin niçin kendisine uygun bir partiye oy verdiğini belirlemektedir. Tutumların partizan yönü ve şiddeti ise, her bir seçmenin rakip adaylar arasında yapacağı tercihin nedenini açıklamaktadır (Campbel 1960: 58).

 

Türk seçmeninde de bir siyasal partiyle "özdeşleşme" modeli yaygındır. Özellikle bir kısım aydınların ve bürokratik çevrelerin ısrarla Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vermeleri, partiyle özdeşleşme yaklaşımı için iyi bir örnektir. Bu çevreler, partileriyle öylesine özdeşleşmişlerdir ki, kendisini "demokratik sol" ya da "sosyal demokrat" diye tanımlayan ve benzer idealleri paylaşan partilere bile oylarını vermekte cimri davranmaktadırlar. CHP geleneği, Türk siyasal hayatında, kökleri derinlerde olan bir harekettir ve takipçileri her şeye rağmen partilerini seçim sandıklarında desteklemektedirler. Küreselleşme sürecinin dayattığı değişim ve dönüşüm ihtiyacı, çağın getirdiği yeni yaklaşımlar ve yeni sorunlar bile partisiyle özdeşleşen bu kişileri, başka partilere yöneltmeye yetmemektedir.

 

 

4.3 Rasyonel Tercih Yaklaşımı

 

 

           Seçmenin kendi çıkarlarını iyi bilmesi, bu çıkarlara en iyi şekilde hizmet edecek aday veya partiyi değerlendirerek oyunu ona göre kullanması, rasyonel tercih yaklaşımı olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımda kişinin amaç ve istekleri ön planda tutulmaktadır (Kalender 2000:61).

 

          Rasyonel tercih yaklaşımı, "kişinin hatır için herhangi bir partiye oy kullanmasının söz konusu olmaması, seçmenin politik amaçlarının üzerinde odaklanarak sosyal çevreyi fazlaca dikkate almaması ve seçmenin kullanacağı oy ile ilgili daha çok politik bilgilere sahip olmak istemesi" gibi özellikleri bakımından partiyle özdeşleşme modelinden ayrılmaktadır (Harrop ve  Miller 1987:145).

 

Rasyonel tercih yaklaşımında seçmenler, geleceği değil, geçmişi sağduyu ile değerlendirerek oyunu kullanmaktadır. Seçmenler, özellikle iktidar partilerinin geçmişte yaptıkları icraatların genel bir değerlendirmesini yapmakta, bu icraatlardan kendisinin ne kadar yararlandığına bakarak ona göre bir karar vermektedir. Seçmen vaatlerle, cilalı sözlerle ilgilenmemekte, sonuçlara bakmaktadır. İktidar partisi ya da partilerinin seçim zamanında yaptıkları propaganda ve diğer seçim faaliyetlerini de bu gözle değerlendiren seçmenler, eğer iktidarda iken yapılan icraatlardan memnun değillerse, seçim dönemindeki "ikna" çalışmalarından etkilenmiyorlar.

 

Türkiye’de de son yıllarda seçmenlerin dikkate değer bir bölümünün rasyonel tercih yaklaşımıyla hareket ettiği gözlenmektedir. Parti bağlılıkları olmayan bu seçmen kitlesi, "ülkeye kim daha iyi hizmet edecekse, benim insan gibi yaşayacak koşullara kavuşmama hangi siyasal parti olanak sağlayacaksa ve çocuklarımızın geleceğini hangi liderler güvence altına alacaksa seçimlerde oyumu ona vereceğim…" düşüncesinden hareket etmektedir. Nitekim son 10 yılda yapılan seçimlerden kamuoyu araştırma şirketlerinin anketlerinde çok küçük yüzdelerle ifade edilen partilerin, sandıktan oy patlaması yaparak çıkması da bu yaklaşımın önemli bir taraftar kitlesi bulduğunu göstermektedir.

 

Değişen dünya dengeleri ve insanların bireyselleşme yönünde kat ettikleri büyük mesafe, hem siyasal parti bağımlılıklarını çözmekte, hem de sadece belli bir düşünceye saplanıp kalma, alternatif düşüncelere gözünü, kulağını kapama devrinin tarihe karıştığının ipuçlarını vermektedir. İnsanlar artık geçmiş dönemin söylemleriyle hareket etmiyorlar, değişim ve dönüşüm dinamiklerinin çağrılarına kulak vererek, bilimsel gelişmelerden, teknolojik ilerlemelerden geri kalmak istemiyorlar. Hayatın sunduğu nimetlerden hem sonuna kadar yararlanmak arzusu taşıyorlar hem de mutlu ve güven içinde yaşamak istiyorlar.

 

Böyle bir yaşam alanı içinde hareket eden ve hayata bu perspektiften bakan insanlar da seçim zamanı sandığa gittiklerinde, kendilerini kim daha iyi yönetecekse, kim daha mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşatacaksa onu seçmeyi tercih ediyorlar. Böyle bir yaklaşım gelişip yaygınlaştıkça, bu sinerji siyasal partileri de mutlaka kapsama alanı içine alacak ve partiler iyi yönetim, dürüstlük, açıklık, güven ve mutluluk için birbirleriyle rekabet eder hale geleceklerdir.

 

 

5. Oy Verme Davranışı ve Ekonomi Politik

 

Oy verme davranışını etkileyen pek çok faktörden birisi de ekonomi politikalarıdır. Ekonomik beklentilerin, seçmenlerin oy verme davranışı üzerindeki etkileri siyaset bilimcileri tarafından da uzun süredir incelenmektedir. Goodhart’ın İngiltere’de, Kramer’in de ABD’de yaptığı araştırmalar, iktidar partilerinin oylarında görülen dalgalanmaların büyük ölçüde izlenen ekonomik politikaların başarısına ya da başarısızlığına göre değiştiğini ortaya koymuştur (Goodhart 1970:18; Kramer 1971:65).

 

Daha sonraları ekonomik faktörlerin seçmen davranışı üzerindeki etkileriyle ilgili araştırmalar derinleştirilerek "ekonomik oy verme" diye tanımlanan teoriye dönüştürülmüştür. Siyaset Bilimci Key tarafından formüle edilen ve "sorumlu seçmen" düşüncesine dayanan teoriye göre “seçmenler, ülke ekonomisinin performansından iktidardaki partiyi/ partileri sorumlu tutmakta ve bu sorumluluk bilincine göre oy vermektedir” (http://www.liberaldt.org.tr/ldd/m14/DDbiak.htm).

 

Kiwit ve Rivers da, ekonomik temelli oy verme davranışıyla "seçmenin geçmişe yönelik bir değerlendirme yaptığını" belirterek, seçmenlerin iktidar partisi merkezli bir düşünceyle hareket ettiklerini ve izlenen ekonomi politikalarının sonuçlarını değerlendirdiklerini ifade etmektedir (207).

 

Başta ABD ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede yapılan araştırmalar ekonomi politiğin seçmen davranışıyla doğrudan bir ilgisinin olduğunu ortaya koymuştur. Acaba Türkiye için durum nedir? Türkiye’de de seçmenler, sandık başına giderken, iktidardaki partinin uyguladığı ekonomi politikalarına göre mi oy kullanıyorlar? Ya da bir başka deyişle, ekonomi politikalarının oy verme davranışı üzerindeki etkisi ne kadardır?

 

Türkiye’de seçmen davranışlarının, ekonomi politik ile ilgisini inceleyen Birol Akgün, ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Akgün, Türkiye’de ekonomik faktörlerin kolektif seçmen davranışları üzerinde önemli ölçüde belirleyici olduğunu belirtmektedir. Akgün, bu saptamasına dayanak olarak, Türkiye’de geçmiş yıllarda yapılan seçimlerin sonuçlarını göstermektedir. Akgün’ün bu konudaki değerlendirmesi şöyledir (http://www.liberaldt.org.tr/ldd/m14/DDbiak.htm):

"Yargıç güvencesinde yapılan ilk özgür seçim olan 1950 seçimlerinde yeni kurulmuş olan DP, toplumda CHP'nin 27 yıllık tek parti yönetimine karşı oluşan tepkiyi kendi lehine oya tahvil ederek oyların yüzde 53'ünü ve meclisteki sandalyelerin de yüzde 83'ünü elde etti. DP'nin ilk dört yıllık dönemi ekonomik büyüme ve bolluk yıllarıdır. Bu refah artışı, ister bazılarının iddia ettiği gibi yaşanan olumlu iklim şartları ve CHP'nin biriktirdiği dövizlerin harcanması sonucu, isterse DP'nin izlediği bilinçli ekonomi politikaları sonucu sağlanmış olsun, sonuçta geniş anlamda halkın alım gücü ve refahı artmıştır. Ekonomik oy verme modelinin öngördüğü gibi 1954 yılında yapılan seçimlerde halk DP'yi ödüllendirerek oyunu yüzde 57'ye, sandalye oranını da yüzde 91'e çıkarmıştır. Fakat DP'nin ikinci dönemi olan 1954/57 yılları arasında ise tersi gelişmeler vardır; büyüme yavaşlamış, döviz rezervleri tükenmiş ve TL devalüe edilmiştir. Bu olumsuz şartlarda girilen 1957 seçimlerinde DP'nin oy oranı yüzde 47'ye düşerken CHP önemli ölçüde oy kazanmıştır. Eğer 1960 askeri müdahalesi olmasaydı yaşanan kötü ekonomik koşullar nedeniyle DP'nin oy kaybı daha da hızlanacak, belki de CHP tekrar iktidara gelecekti. 1970'lerde yaşanan siyasal karışıklıklar, Turgut Özal'ın 1980'lerdeki yükseliş ve düşüşü ile RP'nin 1990'larda küçük bir parti konumundan birinciliğe yükselmesi, ekonomik alandaki gelişmeler göz önüne alınmadan açıklanamaz…"

 

Seçmenler "öç alma ya da ödüllendirme" duygusuyla hareket etmektedirler. Halk, ekonomik gelişmelerden direkt olarak etkilendiği için, olumlu ya da olumsuz gelişmelerden de doğrudan hükümeti sorumlu tutmaktadırlar. Olumlu ekonomik gelişmeleri halk sandıkta oyuyla ödüllendirirken, olumsuz gelişmeleri de yine oylarıyla cezalandırmaktadır.

 

Ayrıca bu konuda Prof. Dr. Ali Akarca ve Prof. Dr. Aysıt Tansel imzasını taşıyan bir araştırma da önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. “Ekonomik performans ve siyasi sonuçları: Türkiye'de 1950 ile 2004 yılları arasında yapılan genel ve yerel seçimlerin bir analizi” başlıklı çalışmada ‘Türk seçmeni oy verirken hükümetin ekonomik başarısını dikkate alıyor mu?’ sorusuna cevap aranmıştır (www.erc.metu.edu.tr).

 

Araştırma sonucuna göre, Türk seçmeni, hükümetin ekonomik performansını değerlendirirken, seçimden önceki bir yılı esas almakta ve bu kapsamda ekonomik büyüme ve enflasyon olgusu oyunun rengini belirlemesinde önemli göstergeler olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Araştırma, Türkiye’de seçmenlerin değerlendirme yaparken, bir yıldan daha geriye gitmediğini de ortaya koymuştur. Yani hükümetin seçim öncesinde son bir yıl içindeki ekonomik performansı seçmenlerin oylarının yönünü doğrudan etkilemektedir. Ayrıca seçmenlerin, önceki seçimlerde oy verdikleri partiye yeniden oy verme eğilimi gösterdikleri, ancak oy verdikleri partiye verdikleri desteği, zaman içinde geri çekebildikleri de bu araştırmanın sonuçları arasında yer almaktadır.

 

6. Türkiye’de Seçmenlerin Detaylı Profili

     

 

           TÜSİAD’ın yaptırdığı “seçim sistemi ve siyasi partiler araştırması” Türk seçmeninin detaylı bir profilini ortaya koymaktadır (TÜSİAD 2001: 199). Türk seçmeni üzerine yapılan en kapsamlı araştırmalardan biri olan bu araştırma, seçmenlerin oy verme davranışlarını etkileyen unsurları ortaya koyması bakımından da önem taşımaktadır.

 

TÜSİAD’ın “seçim sistemi ve siyasi partiler araştırması” sonuçlarına göre, Türk seçmeninin en sık kullandığı siyasal katılım kanalını “oy vermek” oluşturuyor. Türk seçmeni “her zaman” denebilecek sıklıkta  “oy kullanarak” siyasete katılıyor. 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 genel seçimlerine katılım oranının yüksek olması da bu sonucu doğruluyor.

 

Türk seçmeni oy kullanmanın ardından “medyada siyaseti izleyerek” siyasete katılıyor. Araştırma sonuçlarına göre Türk seçmeni medyada yer alan politik haber, yorum ve tartışmalara büyük ilgi duyuyor ve yakından takip ediyor. Seçim dönemlerinde medyanın traj ve izlenme oranlarının artması da Türk seçmeninin medyanın verdiği siyasal mesajlara açık olduğunu gösteriyor. Türk seçmeni, siyasete katılma etkinlikleri arasında yer alan “siyaset tartışmayı, toplantılara katılmayı, başvuru ve dilekçe hakkını kullanmayı, seçimde parti için çalışmayı, toplu etkinliklere katılmayı, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına ilgi göstermeyi ve aktif siyasete katılmayı” ya “nadiren” gerçekleştiriyor ya da “hiç” gerçekleştirmiyor (TÜSİAD 2001: 202).

 

 

6.1. Oy Kullanma Gerekçeleri

 

Seçimlerde “niçin oy kullandıkları” sorulan seçmenlerden yüzde 54’ü “ülkenin geleceğinde etkili olabileceğime inandığım için oy kullanırım”  cevabını vermektedir. Yani oy kullanan seçmenlerin yarıdan fazlası kullandığı oyun siyasal iktidarı değiştirecek güçte olduğunun farkındadır.

 

Araştırma sonuçlarına göre, seçmenlerin yüzde 20’si “etkili olmasam da belki bir şeyler değişir” diye oy kullanırken, yüzde 25 gibi büyük bir seçmen kitlesi ise “yasal zorunluluk” nedeniyle oy kullanmaktadır. Her dört kişiden birinin sadece ceza almamak için oy kullanması da üzerinde düşünülmesi gereken bir sonuçtur. Yine araştırma sonuçlarına göre, Türk seçmeninin yüzde 63’ü “desteklediği partinin iktidara gelmesi için” oy kullanmaktadır. Seçmenlerin yüzde 34’ü ise “diğer partileri daha kötü bulduğu için” oy verdiğini, yani kendisine göre “kötünün iyisini” tercih ettiğini söylemektedir. Bu sonuç her üç kişiden birinin, kendi düşüncesini temsil eden bir siyasal parti bulamadığını göstermektedir (TÜSİAD 2001: 210).

 

Araştırma sonuçları, Türk seçmeninin “oy verme önceliğini” de ortaya koymaktadır. Türk seçmeni öncelikle “parti programı siyasal görüşüyle uyuştuğu için” oy kullanmaktadır. Daha sonra oy kullanmada önceliği lidere duyulan güven ve inanç almakta, onu da partinin seçimlerdeki adayları ve yakın çevrenin parti tercihi izlemektedir.

 

 

6.2. Temel Tutum Ve Eğilimleri

 

 

TÜSİAD’ın araştırmasına göre,  Türk seçmenlerinin yarıya yakını “parti içi demokrasinin sağlanmasında” önceliği siyasi partiler yasasında yapılacak düzenlemelere vermektedir. Seçmenlerin yüzde 45’i de çözümü öncelikle partilerin “iç dinamiğinde” aramaktadır. Seçmenlerin yüzde 48’i milletvekili adayları belirlenirken tümünün de parti üyeleri tarafından belirlenmesini istemektedir. Seçmenlerin yaklaşık yüzde 85’i, oy verdikleri partilerin milletvekili adaylarını tanımayı önemli bulmaktadır. Seçmenlerin yüzde 55’i “çok fazla siyasal partinin” olmasına karşı çıkarken, uzlaşabilen farklı siyasal görüşlere sahip seçmenlerin aynı partiye oy verebilmesi gerektiğini düşünmektedir. Seçmenlerin yüzde 43’ü ise, her siyasal görüşün ayrı partisinin olması gerektiğine inanmaktadır (TÜSİAD 2001: 215).

 

Türk seçmeninin siyasal etkinlik düzeyi, gelişen kitle iletişim araçlarının da katkısıyla eskiye oranla her geçen gün daha da yükselmektedir. Türk seçmeni,  gözü kapalı oy vermek yerine, oy verdiği siyasal adayı yakından tanımak istemektedir. Bu da oldukça olumlu bir gelişme olarak kaydedilmelidir. Türk seçmeni, demokrasimizin gelişmesinde bir engel olarak gösterilen seçim kanunu ile siyasal partiler kanununun da değişmesini istemektedir. Demokrasi kültürümüzün gelişmesine katkı yapacak bu taleplerin seçmenden gelmesi, halkın büyük çoğunluğunun daha demokratik bir Türkiye istediğinin de göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

 

 

7. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında seçmen araştırması

 

 

             Türkiye’de seçmenlere yönelik yapılan araştırmaların kısıtlılığının yanı sıra, hemen seçim sonrasında seçmenlerin tutumlarını ölçmek üzere yapılan araştırmaların sayısı da oldukça azdır. Bu araştırmalardan biri, Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinin hemen ertesinde yapılmış, seçmen profilindeki değişimler ölçülmeye çalışılmıştır (www.referansgazetesi.com/18.08.2007).

 

Yılmaz Esmer’in seçim sonrası seçmenlere yönelik yaptığı araştırmanın en ilginç sonuçlarından biri, seçmenin siyasal ilgisinin 22 Temmuz 2007 seçimlerinde oldukça düşük düzeyde kalmasıdır. Özellikle oyunu artırarak yeniden iktidara gelen AKP seçmeninin bu konuda CHP ve MHP'nin de gerisinde kalması dikkat çekicidir. AKP’nin tabanının oy verme dışında siyasal katılımda bulunmadığı görülmektedir. Seçmenlerin dörtte birinin Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne tam üye sanması, buna karşılık "Oyunuzun bir işe yaradığını düşünüyor musunuz?" sorusuna olumlu cevap verenlerin oranının artması da araştırmanın ilginç sonuçlarından birini oluşturmaktadır.

 

“22 Temmuz Seçimleri Sonrası Seçmen Davranışı ve Tercihleri” başlıklı çalışmada seçim kampanyaları sürecinin seçmen tarafından ne kadar yakından izlendiği de araştırıldı. “Bu seçim kampanyasını ne kadar yakından izlediniz?” sorusuna seçmenlerin verdikleri cevapların dağılımı şöyle gerçekleşti:  Çok yakından izleyenler yüzde 23, biraz yakından izledim diyenler yüzde 41, pek yakından izlemedim diyenler yüzde 23, hiç izlemeyenlerin oranı ise yüzde 13 (www.referansgazetesi.com/18.08.2007).

 

Bu sonuçlar, Türk seçmeninin siyasete büyük oranda oy vererek katıldığını, siyasetin diğer katılım kanallarına gerekli ilgiyi göstermediğini ortaya koymaktadır. Bu sonuçlar aynı zamanda seçmenin siyaset kurumuna olan güvensizliğinin arttığına işaret olarak da değerlendirilmelidir. Son beş yıl içinde, bir fikrini, dileğini ya da görüşünü bildirmek için bir politikacı veya herhangi bir yetkili ile doğrudan temas eden veya yazılı olarak görüşlerini iletenlerin oranının yüzde 8’de kalması da bu güvensizliğin göstergesi olarak görülmelidir.

 

Yılmaz Esmer’in 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında yaptığı araştırmadan çıkan bir başka çarpıcı sonuç da son seçimlerde, herhangi bir aday veya partinin seçim kampanyasına katılan veya destek verenlerin oranının yüzde 6 olarak çıkmasıdır. Araştırma sonuçlarına göre siyasal ilgi ve katılım düzeyleri bakımından, partilerin seçmen tabanları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır.  AKP seçmeninin MHP ve CHP seçmenine göre, siyasete ilgi ve katılım düzeyinin çok düşük olduğu görülmektedir. Son 5 yıl içinde bir politikacı ya da devlet görevlisine görüş/dilek/şikayet ileten CHP’lilerin oranı MHP’lilerin iki katı kadarken, gösteri ya da yürüyüşe katılan CHP’lilerin oranı AKP’lilerin 12 katını aşmaktadır. Bu sonuçlar, AKP seçmeninin oy verme dışındaki diğer siyasal katılım kanallarını çok seyrek kullandıklarını ortaya koymaktadır.

 

Araştırmanın önemli bir diğer sonucunu da seçmenin verdiği oy ile siyasal sistemi ne kadar etkilediğine olan inancı oluşturuyor. Araştırma sonucuna göre Türk seçmeninin, hem kendi oyunun, hem de hükümette kimin bulunduğunun  bir fark oluşturacağı konusunda geçmişe göre bugün çok daha iyimser bir tablo çizdiği görülüyor. “Benim kime oy verdiğim, her konuda önemli fark oluşturabilir” diyenlerin oranı 1999’da yüzde 14 iken, bu oranın 2002’de yüzde 30’a, 2007’de ise yüzde 38’e yükselmesi dikkat çekiyor. “Kimin hükümette olduğu her konuda fark oluşturabilir” diyenlerin oranı da 2002’de yüzde 21 iken, 2007’de yüzde 38’e çıkıyor. AKP seçmenleri arasında “benim oyum her şeyi değiştirebilir” diyenlerin oranı yüzde 49 olurken, bu oran MHP’de yüzde 35, CHP ise yüzde 29 olarak tespit ediliyor.

 

“Hükümette kimin bulunduğunun önemli olup olmadığı” ile ilgili sorunun sonuçları da  benzer özellikler taşıyor. AKP seçmeninin yüzde 41’i hükümette kimin olduğunun önemli olduğunu ve bu unsurun her şeyi değiştirebileceğini söylerken, CHP seçmenin yalnızca yüzde 22’si hükümette kimin olduğunun önemli olduğuna işaret ediyor. Özellikle CHP seçmeninde gözlenen “iktidara kim gelirse gelsin fark eden bir şey olmayacak” şeklindeki yaklaşımı, geçmiş iktidarlar döneminde partilerin hep birbirine benzer icraatlara imza atması ve sorunların yıllar boyunca çözülmeden bugünlere kadar gelmesine karşı gösterilen bir tepki olarak değerlendirmek gerekiyor (www.referansgazetesi.com/18.08.2007).

 

 

 

8.Sonuç

 

 

“Oy verme davranışı” araştırmalarının satır aralarında ortaya çıkan çok önemli bir gerçek var: Türkiye’de seçmenler siyasete olan ilgilerini giderek kaybediyorlar ve siyaset kurumuna yönelik güven duygularında önemli oranda azalma gözleniyor.

 

Kuşkusuz bu sorun, siyasal partilerin faaliyetlerini, politikalarını ve gelecek vizyonlarını doğrudan etkileyecek bir konudur. Bu nedenle öncelikle seçmenlerin Türk siyaset hayatına yönelik olumsuz görüş ve düşüncelerinin ortadan kaldırılması, güvensizlik ortamının giderilmesi, seçmenlerin siyasal bilgi ve ilgisinin artırılması gerekmektedir. Seçimlerde oy vermeyi, siyasal katılım için yeterli görmek imkansızdır. Seçmenlerin oy verirken doğru karar verebilmeleri, milli iradenin tecellisi açısından da büyük önem taşımaktadır. Doğru ve sağlıklı kararlar verebilmek için de yeterli düzeyde enformasyona ihtiyaç vardır. Güvenilir siyasal bilgi kaynaklarının artması, seçmenin siyasete ilgisinin artmasına, oy verirken daha fazla seçenek içinden seçim yapmasına imkan tanıyacaktır.

 

Bu konuda en büyük görev siyaset kurumunun temel taşı niteliğindeki siyasal partilere düşmektedir. Siyasal partilerin seçim dönemlerinde oylarını istedikleri seçmenlerin bilinçlenmelerine yönelik yapacakları faaliyetler aynı zamanda ülkemizin siyasal kültürüne ve demokratik hayatına da önemli katkılar sunacaktır.

 

Türkiye’de seçmenlerin oy verme davranışlarına yönelik olarak yapılan araştırmalardan çıkan sonuçları şu başlıklar altında toplayabiliriz:

 

- Türk seçmeni siyasal katılım kanalı olarak en çok “oy verme” işlemini kullanıyor. Yani oy vererek yurttaşlık görevini yaptığına inanıyor.

 

- Türk seçmeni medyada yer alan siyasi haberleri yakından izliyor. Özellikle seçim dönemlerinde oy verme davranışına medyada yer alan haberler doğrudan etki ediyor.

 

- Türk seçmeni siyasal arenada aktif bir rol almak yerine, saha kenarından seyretmeyi daha çok seviyor. (Siyasal parti çalışmalarına gönüllü olarak katılmak veya diğer siyasal etkinliklerde yer almak gibi faaliyetler Türk seçmeninin çok azı tarafından yapılıyor.)

 

- Seçmenlerin yarıdan fazlası, oyu ile ülkenin geleceğinde etkili olabileceğine inanıyor. Her dört seçmenden birinin “ceza almamak” için oy kullanması ise dikkat çekiyor. Bu oranın fazlalığı, siyasete karşı ilgisiz ve duyarsız önemli bir kitlenin varlığına işaret ediyor.

 

- Her üç seçmenden biri, kendi düşüncesini temsil eden, tam istediği gibi bir parti bulamamaktan yakınıyor. Her dört seçmenden üçü ise “desteklediği partinin iktidara gelmesi için” oy kullanıyor.

 

- Türk seçmeninin “oy verme önceliğinde” parti programının siyasal görüşüyle uyuşması birinci sırada yer alıyor. Bunu, lidere duyulan güven ve inanç, partinin seçimlerdeki adayları ve yakın çevrenin parti tercihi gibi etkenler izliyor.

 

- Seçmenler oy verirken hükümetin ekonomik performansını da göz önünde bulunduruyorlar. Seçmenler oylarının yönünü belirlerken özellikle hükümetin son bir yılını göz önüne alıyorlar.

 

- Seçmenler bir önceki seçimde oy verdikleri partiye yeniden oy verme eğilimi de gösteriyorlar. Ama bu desteklerinin sürekliliği bulunmuyor, desteklerini geri çektikleri de gözleniyor.

 

- Seçmenler seçimlerde gözü kapalı oy vermek yerine destekleyecekleri adayları yakından tanımak istiyorlar.

 

Türkiye’de seçmenlere yönelik olarak daha fazla araştırma yapılması ihtiyacı açıktır. Seçmenlerin oy verme davranışının tüm boyutlarıyla analiz edilmesi, ortaya konulması, siyasal partilerimizin hedef kitlelerine doğru stratejilerle ulaşmasını sağlayacağı gibi, onları seçmeni tanımadan yapılan iletişim çalışmalarının getireceği ağır yükten de kurtaracaktır.

 

Siyasal iletişim faaliyetlerinin özü doğru ve sağlıklı bilgiye dayanmaktadır. Ki, bu bilgi üzerine strateji kurulmakta, yol haritası hazırlanmaktadır. Seçmenlere yönelik olarak geliştirilen siyasal iletişim stratejilerinde en önemli verileri, oy kullanma davranış ve tutumları oluşturmaktadır. Bunlar bilinmeden geliştirilecek siyasal iletişim stratejilerinden beklenilen başarıyı elde etmek mümkün olmayacaktır.

 

Bu nedenle seçmenler üzerine yapılan bilimsel araştırmaların ülkemizde sayısının artması, seçmen davranışlarının tüm boyutlarıyla ortaya konulması gereklidir. Bu araştırmaların siyasi partilerin ve siyasi iktidarın yanı sıra sivil toplum örgütleri tarafından da yapılması daha sağlıklı sonuçlar alınması açısından önemlidir.

 

 

 

 

Kaynakça:

 

 

Akgün, Birol (1999). "Türkiye’de Seçmen Davranışının Ekonomi Politik’i Üzerine Bir Model Denemesi"  http://www.liberaldt.org.tr/ldd/m14/DDbiak.htm

 

Almond, Gabriel (1974). Comparative Politics Today: A World View, Boston: Little, Brown and Co

 

Campbell, Angus (1960). The American Voter. New York: John Wiley

 

Çukurçayır, M. Akif  (2000). Siyasal Katılma ve Yerel Demokrasi. Ankara: Yargı Yayınevi

 

www. erc.metu.edu.tr

 

Gerald Pomper (1992).  Voters And Parties.  New Brunswick,: Transaction Publishers

 

Goodhart, Charles (1970). “Political Studies” Political Economy. London: Gallup

 

Harrop, Martin ve Miller, William (1987). Election And Voters A comparative Introduction. London: Mcmillan

 

Kalender, Ahmet (2000). Siyasal İletişim: Seçmenler Ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi Kitabevi

 

Kramer, Gerald (1971). "Shortterm Fluctautions İn US Voting Behavior: 1896/ 1964”, American Political Science Review.

 

Kiwit, Roderick ve Douglas, Rivers (1985).  "A Retrospective On Retrospective Voting. In Economic Conditions And Electoral Outcomes". New York

 

Kışlalı, Ahmet Taner (1987). Siyaset Bilimi. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları

 

Lıpset, Barton ve Lazarsfeld, Linz (1954). “The Psyhology Of Voting: An Analysis Of Political Behaviour”, Handbook Of Social Psychology. Cambridge: Addison Wesley Publishing Co.

 

Oktay, Mahmut (1993). “Demokratik Sürecin Sağlıklı İşleyişi Açısından Siyasal İletişimde Sosyal Sorumluluk Meselesi” Marmara Üniversitesi İletişim Dergisi Sayı:2, İstanbul: İletişim Fakültesi Yayınları

 

Özgür, Bahadır (2007).  “AK Partili siyasal katılıma uzak CHP'li 'kim gelse farketmez'ci” (www.referansgazetesi.com/18.08.2007)

 

Sarıbay, Ali Yaşar (1992).  Siyasal Sosyoloji. Ankara: Gündoğan Yayınları

 

Seçim sistemleri ve Siyasal Parti Araştırması (2001). İstanbul: TÜSİAD Yayınları, Rapor No: 312,

 

Tokgöz, Oya (1979). Siyasal Haberleşme ve Kadın. Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını

 

Turan, İlter (1977). Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış. İstanbul: İktisat Fakültesi Yayınları

 

Turan, İlter (2000). “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”. Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme (Der: Ersin Kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay) İstanbul: Alfa Yayınları

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (