( (

Ekonomist İbrahim Turhan: İktidar Elini Merkez Bankası'nın Üzerinden Çekmeli

Ekonomi (Medyaradikal) - medyaradikal.com | 23.09.2020 - 19:25, Güncelleme: 21.03.2023 - 03:23
 

Ekonomist İbrahim Turhan: İktidar Elini Merkez Bankası'nın Üzerinden Çekmeli

Gelecek Partisi Kurucular Kurulu Üyesi Ekonomist İbrahim Turhan, Türkiye’nin çok değerli yıllarını yüksek enflasyonla boğuşarak kaybettiğini ve kişi başına milli gelirde 300 dolar önünde olduğu Güney Kore’den 18 yılın ardından 10 bin dolar geriye düştüğünü hatırlatarak hükümete kritik uyarılarda bulundu. 1999 ve 2001 krizleri sonrası Merkez Bankası'nın yasa ile bağımsız hale getirilmesinin ardından 2003–2005 arası dönemde enflasyondaki kademeli düşüşe dikkat çeken Turhan, 'Yeniden o günlere dönmek istemiyorsak hükümet Merkez Bankası’ndan elini çekmelidir' dedi.
İki dönem AK Parti milletvekilliği yapan ve Borsa İstanbul Başkanlığı ile Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı gibi kritik görevlerde bulunan Gelecek Partisi Kurucular Kurulu Üyesi olan Ekonomis İbrahim Turhan, yüksek enflasyonla ilgili kritik değerlendirmelerde bulundu.  İbrahim Turhan, Türkiye’nin enflasyon canavarı ile boğuştuğu günleri hatırlatarak “Yeniden o günlere dönmek istemiyorsak hükümet Merkez Bankası’ndan elini çekmelidir” dedi. İbrahim Turhan'ın Gazete Pencere'de kaleme aldığı 'Enflasyon canavarı hortladı' başlıklı yazısı şöyle: "1980’li ve 90’lı yılları hatırlayanların gözlerinin önünde hemen belirecektir; o yıllarda hâlâ kağıda basılı haliyle okuduğumuz gazetelerde fiyat artışları ile ilgili haberlerde görsel malzeme olarak sık sık kullanılan çizim, T-Rex’e benzer bir dinozor olurdu. Bu “enflasyon canavarı” hayatımızı zindana çevirmişti. Türkiye çok değerli yıllarını yüksek enflasyonun yol açtığı sorunlarla boğuşarak kaybetti. Durumu özetleyen çarpıcı bir veri; 1979’da Türkiye’nin kişi başına milli geliri Güney Kore’den 300 dolar yüksekti, enflasyonun ivmesini kaybetmesinden önceki son yıl olan 1997’de ise Kore tam 10 bin dolar öne geçmişti. CEBİMİZDE MİLYONLUK KAĞIT PARA TAŞIMA UTANCINI YAŞADIK' Yüksek enflasyon öyle bir hale gelmişti ki Merkez Bankası sürekli yeni ve daha büyük kupürlü banknotlar çıkardığı halde paranın değerindeki aşınmaya yetişemiyordu. 1981’e kadar en büyük kağıt paramız 1.000 Türk lirasıydı. 1981 Kasım ayında, arkasında Mevlana figürü olan yeşil renkli 5.000 TL’lik banknotu gördük. Bir yıl dolmadan 10.000 TL tedavüle çıktı. yedi yıl sonra 20.000 TL ile, ondan bir yıl sonra 50.000 TL ile tanıştık. En büyük banknotun 5 binden tam on katı olan 50 bine çıkması sadece sekiz yıl sürmüştü. 100.000 TL 1991 sonunda, 250.000 TL ise ondan bir yıl sonra piyasaya sürüldü. 1993 Mart’a gelindiğinde en büyük paramız 500.000 TL olmuş, en büyük kupürlü paranın on katına çıkma süresi dört yıla düşmüştü. 16 Ocak 1995’te, enflasyonun üç haneli seviyelere ulaşmasını ilk defa 1 milyon TL kağıt parayı kullanıma sokarak kutladık(!). 1997 başında 5 milyon TL çıktığında ise en büyük banknotu bir kez daha dört yılda on katına çıkarmış olduk. Kasım 1999’da 10 milyon TL ve 2001 krizinin ardından 20 milyon TL banknotları tedavüle girdi. Böylece cebimizde “milyonluk” kağıt para taşıma utancını yaşadık. YÜKSEK ENFLASYONUN BİR KADER OLDUĞUNA İNANMIŞTIK Para tarih boyunca egemenlik simgesi olmuştur. Bir ülkede köklü ve sarsıcı rejim değişikliği olmadan paranın değiştiğini kolay kolay göremezsiniz. Bazı çok istisnai durumlarda ülkelerin paralarından sıfır atmak zorunda kaldığını biliyoruz. Büyük harcamalara yol açan savaşların ya da devlet kontrolünün bir süre ortadan kalkmasına yol açan iç çatışmaların ardından hükümetler bu zor kararları almak zorunda kalırlar. Türkiye, hem de böyle bir felaket yaşamamış olmasına karşın ne yazık ki parasından altı adet sıfırı silmek zorunda kalmış bir ülkedir. Ekonomide yaşadığımız felaketin ölçeği ancak bu şekilde ifade edilebilir. 1980 ile 2001 arasındaki dönemde fiyatlar ortalama olarak 51 bin kattan fazla artmıştı! Yüksek enflasyonun bir kader olduğuna neredeyse inanmıştık. Oysa gerçek başkaydı. Enflasyon bir lanet değil bir ekonomi politikası tercihiydi. Kamu kesimi sürekli açık veriyor, bu açıklar para basarak karşılanıyor, sonunda fiyatlar yükseliyordu. Basitçe anlatmaya çalışalım. Ekonomide üretilen mallar ve hizmetler para ile alınıp satılıyor. Üretilen değer kadar para olduğunda, yani teknik ifadesiyle yurt içi hasıla artışı ile para arzının artışı dengeli olduğunda paranın satın alma gücü değişmiyor. Oysa ekonomide üretilen malların miktarından daha fazla para arz edildiği takdirde mal başına düşen para çok olduğu için malların para cinsinden fiyatları artıyor. Bu yüzden de enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olarak tanımlanıyor. ENFLASYON, KUR ARTIŞI, DAHA FAZLA ENFLASYON, DAHA FAZLA KUR ARTIŞI 1980’li ve 90’lı yıllar boyunca TCMB, hükümetlerin harcamalarını finanse etti. Kamu kesiminin cari harcamaları, çoğunlukla karşılığında ekonomik katma değer yaratılan alanlarda olmadığından vergi ile finanse edilmesi gereken harcamalardır. Böyle olmayıp bu harcamalar para basarak karşılanınca bu fazla para, “karşılıksız” hale geldi ve enflasyon yarattı. Enflasyon, kurların artmasına sebep oldu. Arkasından bu defa kur artışından kaynaklanan maliyet artışları etkili oldu. Para politikası gevşek kalmaya devam ettikçe, Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak için elindeki araçları kullanmaktan geri durdukça, bu maliyet artışları da fiyatlara yansıdı. Sonuçta enflasyon → kur artışı → daha fazla enflasyon → daha fazla kur artışı gibi bir kısır döngüye girildi. EKONOMİ 'DOLARİZE' OLDU Vatandaş, TL’nin bir değer saklama işlevi kalmadığını görünce ekonomik varlıklarını değeri değişmeyen yabancı paralarda tutmaya başladı. Ekonomi “dolarize” oldu. Böylece kur artışının enflasyona geçiş etkisi de arttı. Sözleşmeler, geçmiş dönemdeki enflasyonu veya kur artışını gelecek döneme taşıyacak şekilde oluşmaya başladı. Ve bütün bunlar olup biterken TCMB, eli kolu bağlı durup gelişmeleri seyretmekle yetindi. Zira yasası bşka bir şey yapmasına izin vermiyordu. MERKEZ BAĞIMSIZ OLUNCA ENFLASYON DÜŞTÜ 1998’den itibaren enflasyon canavarının gücü bir ölçüde azaldı. TCMB, ilk defa yarım yamalak da olsa para politikasını yüksek enflasyon ile mücadele için kullanmaya başlayınca 1997 yılında yüzde 99,1 olan enflasyon 1998’de yüzde 54,3’e düşürüldü. 1999 ve 2001 krizlerinin ardından ise Merkez Bankası yasa ile bağımsız hale getirildi. Bunun anlamı ‘kafasına estiği gibi, kimseye hesap vermeden sorumsuzca hareket etmek’ değildi tabii. Merkez Bankası bağımsızlığı; TCMB’nin fiyat istikrarını öncelikli amaç edinmesini, elindeki araçları bu amaca yönelik serbestçe kullanmasını, bu sırada hükümetten izin ya da talimatla hareket etmemesini, karşılıksız para basmamasını ve hükümetin harcamalarını bu yöntemle karşılamamasını ifade eder. Türkiye’de bu uygulama hayata geçirilince, 2003 – 2005 arası dönemde enflasyon sırasıyla yüzde 18,4, yüzde 9,3 ve yüzde 7,8 oldu. Arada yaşanan krizler ve dalgalanmalar bir taraf bırakılacak olursa, TCMB’de görev yaptığım son dönemde, Türkiye’deki yıllık enflasyonun yüzde 5’in altına düşerek İngiltere’deki yıllık enflasyondan daha düşük olduğuna tanık oldum. Enflasyon canavarının beli bükülmüş, dişi sökülmüştü. Bu başarının ardında da sihir ya da tılsım değil sadece merkez bankası bağımsızlığı yatıyordu. Bu konuyu oligarşik bürokrasinin hakimiyet aracı, iktisatçıların entelektüel gevezeliği, neoliberal küresel düzenin unsuru ya da karanlık bir odada masanın etrafına oturan finans baronlarının, ismi malum ailelerin dünyayı sömürmek için kurduğu bir komplo olarak görenlere duyurulur. Enflasyon kanunsuz vergidir. Enflasyon toplumun cebindeki parayı fark ettirmeden çalmaktan farksızdır. Enflasyon, harcama eğilimi yüksek olan yoksul kesimlerin gelirini aşırmaktır. Enflasyon ahlaksızlıktır. Enflasyon bir hükümetin halkına karşı işlediği en büyük ekonomik suçtur. Buna karşı tek etkili araç da fiyat istikrarına odaklanmış, bağımsız bir merkez bankasıdır."
Gelecek Partisi Kurucular Kurulu Üyesi Ekonomist İbrahim Turhan, Türkiye’nin çok değerli yıllarını yüksek enflasyonla boğuşarak kaybettiğini ve kişi başına milli gelirde 300 dolar önünde olduğu Güney Kore’den 18 yılın ardından 10 bin dolar geriye düştüğünü hatırlatarak hükümete kritik uyarılarda bulundu. 1999 ve 2001 krizleri sonrası Merkez Bankası'nın yasa ile bağımsız hale getirilmesinin ardından 2003–2005 arası dönemde enflasyondaki kademeli düşüşe dikkat çeken Turhan, 'Yeniden o günlere dönmek istemiyorsak hükümet Merkez Bankası’ndan elini çekmelidir' dedi.

İki dönem AK Parti milletvekilliği yapan ve Borsa İstanbul Başkanlığı ile Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı gibi kritik görevlerde bulunan Gelecek Partisi Kurucular Kurulu Üyesi olan Ekonomiİbrahim Turhan, yüksek enflasyonla ilgili kritik değerlendirmelerde bulundu. 

İbrahim Turhan, Türkiye’nin enflasyon canavarı ile boğuştuğu günleri hatırlatarak “Yeniden o günlere dönmek istemiyorsak hükümet Merkez Bankası’ndan elini çekmelidir” dedi.

İbrahim Turhan'ın Gazete Pencere'de kaleme aldığı 'Enflasyon canavarı hortladı' başlıklı yazısı şöyle:

"1980’li ve 90’lı yılları hatırlayanların gözlerinin önünde hemen belirecektir; o yıllarda hâlâ kağıda basılı haliyle okuduğumuz gazetelerde fiyat artışları ile ilgili haberlerde görsel malzeme olarak sık sık kullanılan çizim, T-Rex’e benzer bir dinozor olurdu. Bu “enflasyon canavarı” hayatımızı zindana çevirmişti. Türkiye çok değerli yıllarını yüksek enflasyonun yol açtığı sorunlarla boğuşarak kaybetti. Durumu özetleyen çarpıcı bir veri; 1979’da Türkiye’nin kişi başına milli gelirGüney Kore’den 300 dolar yüksekti, enflasyonun ivmesini kaybetmesinden önceki son yıl olan 1997’de ise Kore tam 10 bin dolar öne geçmişti.

CEBİMİZDE MİLYONLUK KAĞIT PARA TAŞIMA UTANCINI YAŞADIK'

Yüksek enflasyon öyle bir hale gelmişti ki Merkez Bankası sürekli yeni ve daha büyük kupürlü banknotlar çıkardığı halde paranın değerindeki aşınmaya yetişemiyordu. 1981’e kadar en büyük kağıt paramız 1.000 Türk lirasıydı. 1981 Kasım ayında, arkasında Mevlana figürü olan yeşil renkli 5.000 TL’lik banknotu gördük. Bir yıl dolmadan 10.000 TL tedavüle çıktı. yedi yıl sonra 20.000 TL ile, ondan bir yıl sonra 50.000 TL ile tanıştık. En büyük banknotun 5 binden tam on katı olan 50 bine çıkması sadece sekiz yıl sürmüştü.

100.000 TL 1991 sonunda, 250.000 TL ise ondan bir yıl sonra piyasaya sürüldü. 1993 Mart’a gelindiğinde en büyük paramız 500.000 TL olmuş, en büyük kupürlü paranın on katına çıkma süresi dört yıla düşmüştü. 16 Ocak 1995’te, enflasyonun üç haneli seviyelere ulaşmasını ilk defa 1 milyon TL kağıt parayı kullanıma sokarak kutladık(!). 1997 başında 5 milyon TL çıktığında ise en büyük banknotu bir kez daha dört yılda on katına çıkarmış olduk. Kasım 1999’da 10 milyon TL ve 2001 krizinin ardından 20 milyon TL banknotları tedavüle girdi. Böylece cebimizde “milyonluk” kağıt para taşıma utancını yaşadık.

YÜKSEK ENFLASYONUN BİR KADER OLDUĞUNA İNANMIŞTIK

Para tarih boyunca egemenlik simgesi olmuştur. Bir ülkede köklü ve sarsıcı rejim değişikliği olmadan paranın değiştiğini kolay kolay göremezsiniz. Bazı çok istisnai durumlarda ülkelerin paralarından sıfır atmak zorunda kaldığını biliyoruz. Büyük harcamalara yol açan savaşların ya da devlet kontrolünün bir süre ortadan kalkmasına yol açan iç çatışmaların ardından hükümetler bu zor kararları almak zorunda kalırlar. Türkiye, hem de böyle bir felaket yaşamamış olmasına karşın ne yazık ki parasından altı adet sıfırı silmek zorunda kalmış bir ülkedir. Ekonomide yaşadığımız felaketin ölçeği ancak bu şekilde ifade edilebilir. 1980 ile 2001 arasındaki dönemde fiyatlar ortalama olarak 51 bin kattan fazla artmıştı!

Yüksek enflasyonun bir kader olduğuna neredeyse inanmıştık. Oysa gerçek başkaydı. Enflasyon bir lanet değil bir ekonomi politikası tercihiydi. Kamu kesimi sürekli açık veriyor, bu açıklar para basarak karşılanıyor, sonunda fiyatlar yükseliyordu. Basitçe anlatmaya çalışalım. Ekonomide üretilen mallar ve hizmetler para ile alınıp satılıyor. Üretilen değer kadar para olduğunda, yani teknik ifadesiyle yurt içi hasıla artışı ile para arzının artışı dengeli olduğunda paranın satın alma gücü değişmiyor. Oysa ekonomide üretilen malların miktarından daha fazla para arz edildiği takdirde mal başına düşen para çok olduğu için malların para cinsinden fiyatları artıyor. Bu yüzden de enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olarak tanımlanıyor.

ENFLASYON, KUR ARTIŞI, DAHA FAZLA ENFLASYON, DAHA FAZLA KUR ARTIŞI

1980’li ve 90’lı yıllar boyunca TCMB, hükümetlerin harcamalarını finanse etti. Kamu kesiminin cari harcamaları, çoğunlukla karşılığında ekonomik katma değer yaratılan alanlarda olmadığından vergi ile finanse edilmesi gereken harcamalardır. Böyle olmayıp bu harcamalar para basarak karşılanınca bu fazla para, “karşılıksız” hale geldi ve enflasyon yarattı. Enflasyon, kurların artmasına sebep oldu. Arkasından bu defa kur artışından kaynaklanan maliyet artışları etkili oldu. Para politikası gevşek kalmaya devam ettikçe, Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak için elindeki araçları kullanmaktan geri durdukça, bu maliyet artışları da fiyatlara yansıdı. Sonuçta enflasyon → kur artışı → daha fazla enflasyon → daha fazla kur artışı gibi bir kısır döngüye girildi.

EKONOMİ 'DOLARİZE' OLDU

Vatandaş, TL’nin bir değer saklama işlevi kalmadığını görünce ekonomik varlıklarını değeri değişmeyen yabancı paralarda tutmaya başladı. Ekonomi “dolarize” oldu. Böylece kur artışının enflasyona geçiş etkisi de arttı. Sözleşmeler, geçmiş dönemdeki enflasyonu veya kur artışını gelecek döneme taşıyacak şekilde oluşmaya başladı. Ve bütün bunlar olup biterken TCMB, eli kolu bağlı durup gelişmeleri seyretmekle yetindi. Zira yasası bşka bir şey yapmasına izin vermiyordu.

MERKEZ BAĞIMSIZ OLUNCA ENFLASYON DÜŞTÜ

1998’den itibaren enflasyon canavarının gücü bir ölçüde azaldı. TCMB, ilk defa yarım yamalak da olsa para politikasını yüksek enflasyon ile mücadele için kullanmaya başlayınca 1997 yılında yüzde 99,1 olan enflasyon 1998’de yüzde 54,3’e düşürüldü.

1999 ve 2001 krizlerinin ardından ise Merkez Bankası yasa ile bağımsız hale getirildi. Bunun anlamı ‘kafasına estiği gibi, kimseye hesap vermeden sorumsuzca hareket etmek’ değildi tabii. Merkez Bankası bağımsızlığı; TCMB’nin fiyat istikrarını öncelikli amaç edinmesini, elindeki araçları bu amaca yönelik serbestçe kullanmasını, bu sırada hükümetten izin ya da talimatla hareket etmemesini, karşılıksız para basmamasını ve hükümetin harcamalarını bu yöntemle karşılamamasını ifade eder. Türkiye’de bu uygulama hayata geçirilince, 2003 – 2005 arası dönemde enflasyon sırasıyla yüzde 18,4, yüzde 9,3 ve yüzde 7,8 oldu.

Arada yaşanan krizler ve dalgalanmalar bir taraf bırakılacak olursa, TCMB’de görev yaptığım son dönemde, Türkiye’deki yıllık enflasyonun yüzde 5’in altına düşerek İngiltere’deki yıllık enflasyondan daha düşük olduğuna tanık oldum. Enflasyon canavarının beli bükülmüş, dişi sökülmüştü. Bu başarının ardında da sihir ya da tılsım değil sadece merkez bankası bağımsızlığı yatıyordu.

Bu konuyu oligarşik bürokrasinin hakimiyet aracı, iktisatçıların entelektüel gevezeliği, neoliberal küresel düzenin unsuru ya da karanlık bir odada masanın etrafına oturan finans baronlarının, ismi malum ailelerin dünyayı sömürmek için kurduğu bir komplo olarak görenlere duyurulur.

Enflasyon kanunsuz vergidir.

Enflasyon toplumun cebindeki parayı fark ettirmeden çalmaktan farksızdır.

Enflasyon, harcama eğilimi yüksek olan yoksul kesimlerin gelirini aşırmaktır.

Enflasyon ahlaksızlıktır.

Enflasyon bir hükümetin halkına karşı işlediği en büyük ekonomik suçtur.

Buna karşı tek etkili araç da fiyat istikrarına odaklanmış, bağımsız bir merkez bankasıdır."

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (